|
Konu : “Yunus bir haber verir, işidenler şâd olur.”
Gönderen :
Sabri Babadan Mektup
Tarih :
8/8/2025 12:16:21 PM
.
*SABRİ BABA’DAN CUMA MEKTUBU*
*YUNUS BİR HABER VERİR, İŞİDENLER ŞAD OLUR*
Kıymetli yavrum,
Japonya’da, itina ile, özenle, dikkâtle, saygı ile, aşkla ya¬pılan her şey sanat eseridir. Güzel yemek yapabilmek, güzel çay hazırlamak da bir sanattır. Bugün bizim ve Batı dünyasının “zanaat” saydığı pek çok iş, Japon kültüründe soylu, saygın bir sanattır.
Japonlar güzelliğe karşı o kadar duyarlıdırlar ki, bazen çok güzel bir eser karşısında ağlarlar.
“Ferhat Usta, Ferhat Usta, neden güzellik ağlatır in¬sanı…”
Japonlara göre bir çay sohbeti bile güzel olabilir. Sanat kıvamına ulaşabilir. İnsanların karşılıklı edep, tevâzu, saygı, incelik, zarâfet içinde oturdukları, birbirlerini dikkâtle dinledikleri, yalanın, riyânın, gösterişin olmadığı, güzelliklerle dolu bir sohbet ve o sohbette huşu içinde, edeple yudumlanan çaylar, Ja¬ponlara göre bir güzel sanattır. Gerçek güzellik içten yaşa¬nandır, sessiz, iddiasız, gösterişsiz ama insanın içine işleyen bir güzellik. Bu güzellik insanı yetiştirir, oldurur, erdirir. Asıl büyük olan, yüce olan sanat, yaşama sanatıdır. Önemli olan, hayatı bir sanat eseri gibi, bir şiir gibi yaşayabilmektir.
Günümüzde misafirlik anlamını kaybetti. Misafire o kadar çok şey ikram ediliyor ki, bu yoğunlukta, bu ortamda asıl ikram unutuluyor. Biraz sevgi, biraz dost sıcaklığı, biraz yürekten ilgi. Gerek hazırlık aşamasında, gerek ikram sırasında ev sahibi, o kadar yorgun, bitkin oluyor ki, bu incelikler çok zaman aklına bile gelmiyor. Oysa, asıl ihtiyacımız, biraz ilgi, biraz sevgi, biraz yakınlık değil mi? Bizler sevgiye susamışız, farkında değiliz. Gülten Akın ne güzel söylüyor:
“Bir büyük oyun kardaş yaşamak dediğin.
Beni ya sevmeli ya öldürmeli…”
Yaşamanın, varoluşun anlamı kaybolmuş, sevgi, birbirimize samimiyetsiz olarak, içten gelmeden söylediğimiz kelimelerde kalmış, insan, fıtratından uzaklaşmış. Ne için yaratıldığının farkında olan kaç kişi var? Yiyelim, içelim, gülelim, oynayalım, gerdan kırıp göbek atalım, bu mu hayat? Varoluşun amacı bu mu? Bunun için mi yaratıldık? Yunus, bunun için mi, “Bir ben vardır bende, benden içeri” dedi? “Nefsini bilen, Rabbini bilir” sırrına böyle mi varılır?
Japonya’da, aşkla, saygıyla, edeple çalışmak ibadet gibidir. Çiçekleri öyle yerleştir, öyle bir uyum sağla ki, vazoda sanki büyüyormuş gibi olsunlar... Sen de çalışırken öyle dikkâtli, öyle aşkla dolu ol ki, görenler seni ibadet ediyor sansınlar. Japon dilinde, küçük, basit, önemsiz, sıradan, alelâde kelimeleri yok-tur. Onlar için her şey önemli, büyük, yücedir. Her iş kutsaldır.
Önemli olan yapılan işin nev’i, ne olduğu değil, nasıl ya¬pıldığıdır. Aşkla, heyecanla, özenle, itina ile yapılan her iş sanattır. Japon sanatı küçük işlerde de büyüktür. Dünyanın her tarafından Japonya’ya yontulmak, şekil verilmek için elmas gönderilir. Elmas yontmak çok ince bir iştir. Yapılan en ufak bir hata, elması berbat edebilir, değersiz kılabilir. Onun için nice büyük kuyumcu elmasını ne olur, ne olmaz diye Japonya’ya gönderir. Japon usta, küçüklükten itibaren her işte dikkâtli, saygılı, edepli yetiştirildiği için, çok kolaylıkla, gelen elması yon¬tar, istenilen şekli verir.
Bir profesör arkadaşım anlatmıştı. Bilimsel çalışmalar yapmak için Japonya’ya gider. Bir otele yerleşir. Akşam gelir, anahtarı almak için resepsiyona gider. Görevli kimse, birden saygıyla ayağa kalkar. Arkadaşımın ismini, soyadını edeple söyler ve anahtarı, oda numarasını söyleyerek uzatır. Arka¬daşım hayretler içindedir. Odasına çıkınca telefonu açar, otel yöneticisine, “Bu görevliye özel bir ücret ödeniyor mu?” diye sorar. Yönetici “Hayır,” der, “diğer çalışanlar ne alıyorlarsa, o da onu alıyor. Yalnız bizde bir âdet vardır. Her Japon ailesi, ço¬cuğunu yetiştirirken ısrarla şunu telkin eder: Hayatta ne ya-parsan yap, ama onu en iyi yapmaya çalış. Ne yaptığın değil, nasıl yaptığın önemlidir. Herhalde, bizim resepsiyondaki görevli arkadaşımız da, kendine göre, o işi en güzel yapmak istemiş. O şekilde hareket etmiş.”
Japonlar, dünyadaki güzelliklerin hiçbirini kaçırmayacak kadar duyarlıdırlar. “Dirlik, düzenlik olsun, hayattaki ilk rehberin.” derler. Büyük bir iş başarmak istiyorsan, işe küçükle başla. Unutma ki en uzun yolculuk bir ilk adımla başlar. Vehbi Koç’a sormuşlar: “Bu kadar parayı nasıl kazandınız?” “İlk bir lirayı kazandım, sonra diğerleri geldi.” demiş. Avuç avuç top¬rakla koca dağlar eritilir. En küçük şeylere de, en büyük ko¬nulara da eşit derecede önem vermek lâzımdır. Küçüğe burun kıvıran, büyüğü kesinlikle başaramaz. Sokakta bir tanıdığa selâm vermek, hatırını sormak bile son derece önemli, ince bir iştir. Adı büyüğe çıkmış nice insan, telefonda konuşmasını bil¬mez.
Japonlar, çok şeyi bilmek yerine, küçük şeyleri bilmeyi yeğ tutarlar. Bilmek başka, uygulamak başkadır. Japonlar ne do¬ğaya esir, ne de egemen olmayı düşünmezler. Önemli olan doğayla birlikte ve uyumlu bir şekilde yaşayabilmektir. Çalış¬mak, günleri kısaltır, ömrü uzatır. İlk denemede çok ciddi, çok dikkâtli, çok uyanık olmalıdır. Çünkü ikinci bir deneme şansı olmayabilir.
Japonya’da kaldığınız otele akşam döndüğünüzde, gündüz sizi arayanlar, not bırakanlar, mesaj bırakanlar, çok güzel bir kâğıda, daktilo ile hiç hatasız olarak yazılmış şekilde gelir, size saygı ile sunulur. Japon insanı, işini, görevini en iyi şekilde yapmak, karşısındakini, hizmet verdiği insanları sevindirmek, onların övgülerini kazanmak ister. Bunun için çabalar, ölçer biçer, her türlü olasılığa karşı hesaplı ve hazırlıklı olmaya çalışır. Bazen o hesap ve ölçü duyarlığı, sonsuz ayrıntılara iner. O insanların yaşantısında ve sanat anlayışında yalınlık ege¬mendir. Japon kültürü oturup kalkmayı, giyinmeyi, yemek ye¬meyi, çay içmeyi, çiçek düzenlemeyi, bir çiçeği, bir ağacı sey¬retmeyi, gökyüzüne bakmayı bir sanat haline getirmiştir. Aşikâr olmayanı, gizli olanı görüp kavrayabilmek özel bir eğitim, görgü, duyarlık ve çaba ister. Ulvî, ürpertici güzellik duygusu, sanat eserleriyle, bizzat sanatı yaşayarak, yaparak yaşanır. İnsanoğlu bu acıyı tatmalı ve yaşamalıdır. Japon düşüncesine göre, kişi, ıstırap çekerek olgunlaşırken, kendini, kimliğini, kişiliğini bulur.
Dünyada her şey, bir oluşum ve gelişim süreci içindedir. Gün gelir, çiçekler solar, dostlar uzaklaşır, insanlar ölür. Her şey fanidir. Ebedî olan yalnız Allah’tır. Solmayan, yeni, pörsümeyen güzellik, ezelî ve ebedî gerçek yalnız Kur’an-ı Kerim’dedir. Nuru kıyamete kadar bütün varlığa ışık vermeye devam edecektir. İnsanlar onunla huzura ve mutluluğa kavuşacaktır.
Hiç kimse, kendi öz benliğini bütün muhtevası ile ortaya koyamaz, koymak istemez. Çiçeklerin açması bile, çeşitli şart¬lara bağlıdır. Ancak sevgi, saygı, dostluk ve güven duygusu, gönlümüzün sırlarını kısmen dışarıya açabilir. Büyük Yunus, bir mısraında,
“Hiç kimse bilmez bizi, biz ne işin içindeyiz”
der. Konuşulan veya yazılan, gönülde yatan kitabın ancak bir cümlesi olabilir. Attila İlhan, bir şiirinde,
“Anladım imkânsız şey, bir insanın bir başka insanı anlaması”
diyor. Her yeni gün iyiye, güzele, doğruya olan yolculuğun yeni bir başlangıcıdır. Önemli olan Yunus gibi, insanlara hitap etmenin, onları etkilemenin sırrını öğrenebilmektir. “Yunus bir haber verir, işidenler şâd olur.” diyebilmektir. Şâdolmuyorsak iyice bilelim ki kabahat bizimdir. Yar ile beraber olanlar, hangi zamanda, hangi mekânda olursa olsunlar, şâd olurlar.
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Şad Olsun.
*Selamlar, rahmet, bereket, esenlik ve güzellik dolu cumalar.*
|