Tevhîdi Yaşamanın Güzelliği
Ya madde, ya mânâ; ya dünya ya âhiret diyenlere ben soruyorum: “Siz yalnız bedenden mi ibaretsiniz de hep madde diyorsunuz? Siz yalnız ruhdan mı ibaretsiniz de hep mânâ diyorsunuz?” İşte bu tarz bir düşünce gerçek tevhide varamamaktan doğuyor. Böyle bir insan, ne dünyada, ne de âhirette mutlu olamaz. Bugün bazı kimseler, “Ben gönül adamıyım, başka işlerle ilgilenmem.” diyor. Böyle madde ile mânâyı, bu dünya ile öbür dünyayı ayırmak çok yanlış. Bazı kimseler de, “Dünya kâfirin, âhiret Müslümanın.” diyorlar. Bu ne biçim sözdür efendim? Âhirette mutlu olacağımız ne malum? Bir Müslüman niye dünya hayatını efendice yaşamasın, Hadislere göre hayatına şekil vermesin, mutlu bir evlilik yapmasın, neden güzel giyinmesin, neden ağız tadıyla yeyip içmesin?.. Siz sanıyor musunuz ki dünya hayatı rezil olan bir insanın âhiret hayatı güzel olur? Hz.Ali’ye sormuşlar, “Efendim,” demişler, “Siz bir kimsenin cennete mi, cehenneme mi gideceğini şimdiden bilebilir misiniz?” O da “Evet.” demiş. “Nasıl?” diye sormuşlar. “Bunun için illa geleceği bilmek gerekmez. O kişinin dünya hayatına bakarım; pırıl pırıl tertemiz bir yaşantısı var mı, herkesle güzel geçiniyor, insanlara sevgiyle yaklaşıyor, her anını dolu dolu, şükür duyguları içinde geçiriyor mu?.. Bunları yapabilen bir kimse zaten daha bu dünyadayken cenneti bulmuş demektir. O, âhirette de cennette olur.” diye cevap vermiş. İşte bütün mesele dünya hayatı ile âhiret hayatını birbirinden ayırmamak, madde ile mânâ arasında senteze ulaşabilmek...
İnsan sadece dış bedeni değildir. Bir ruh dünyası, bir mânâ âlemi vardır. O ruh, bedenle birleşince insan ortaya çıkar. Bırakın insanın hem dünyada her ânı, her dakikası güzelliklerle dolu geçsin, kendisini hep geliştirsin, ilerletsin, sanatın güzellikleri ile zenginleştirsin, böylece hem de âhireti güzel olsun, renk dolu, ışık dolu olsun. Bence (+) ile (-) birbirini tamamlar. Bir pilin hem (+) hem (-) ucu vardır ve radyo ancak böyle çalışır. İşte dünya ve âhiret de böyledir. Bunda bir ikilik yoktur. İnsana dünyayı zehir edenlere hep şu Hadis-i Şerifi hatırlatırım: “Dünya, âhiretin tarlasıdır.” Ben bu nedenle ya sadece dünya ya da sadece âhiret diyenlere kulak asmam. Bunlar hayallerindeki bir dünyanın peşindedirler. İnsanları ikilem içinde bırakınca kârımız ne olacak?
Bir sanat eseri dinlediğimde, bir İslâm âliminin bir sözünü okuduğumda, onu tâ benliğimde hissederim. Yemeğimi yeyince bedenim rahatlar, ruhum da dinlenir. Üşüyüp hırka giyince sadece bedenimi değil ruhumu da ısıtır ve ben dingin bir ruhla kitabımı okur, çalışmamı sürdürürüm.
Kâinatta muhteşem bir sentez var. Allah, her şeyi mükemmel yaratmıştır. Bir Fransız âlim farelerden hoşlanmaz, onların yaratılışı konusunda Allah’a sitemde bulunurmuş. Bir gece rüyasında yaşlı bir âlim ondan fareler hakkında bir inceleme ve araştırma yapmasını ister. Bunun üzerine yılarca araştırmalar yapar, sonra bir kitap yazar ve “farenin doğanın dengesi için gerekli olacağı” sonucuna varır. Bazı canlılar belki bize gereksiz, anlamsız gelebilirler ama bu ancak bizim varoluşun ihtişâmını idrak edemeyişimizdendir. Kâinat tamamen mükemmelliklerle doludur. Kâinat inanılmaz bir senfoni, bir güzellik, bir ahenktir. Ufacık kafamızla ahkâm kesip şu şöyle bu böyle demekle hiçbir yere varamayız. Önemli olan hayatın inanılmaz senfonisini duyabilmek, algılayabilmektir. Kendi ilim alanında takılı kalanlar o dairenin dışını anlamsız bulup itiraz ediyorlar. Bu durumda o Fransız âlim gibi araştırma yapıp gerçeği bulmak gerekir.
Bizler, dünya hayatımızı güzelliklerle dolu, renk dolu, ışık dolu yaşayalım efendim. Cennet, Allah’la beraber olunan anın içindeki sırdır. Önemli olan ömür denilen şu kısacık zaman dilimi içinde her ânı böyle sonsuzlaştırabilmektir. Yaşadığımız sürece hep iyinin ve güzelin tohumlarını ekelim ki, yarın mukadder yerimize gittiğimizde yüzümüz kara çıkmasın. Böylece hem dünyamız pırıl pırıl olsun, hem de bu yolla Resullullah Efendimiz gibi manevi mutluluğun zirvelerine ulaşalım.
Allah bu güzellikleri yaşamayı cümlemize nasip etsin.
|