Hikmetin Doğuşu
Yüzyıllarca insanlar hikmet kelimesi üzerinde durmuşlar, çeşitli anlamlarını araştırmışlar. Yüzlerce, hatta binlerce yazar, düşünür, mutasavvıf sayısız tarifler yapmışlar, değişik yaklaşımlarla hikmet kelimesini irdelemişler. Bunların hepsini bu yazıda sıralayacak olsak, kitabın sayfaları yetmez. İsterseniz önce, hikmetin halk arasındaki kullanılışına bir göz atalım. Bu söz, en çok tasavvuf üzerine yazılan kitaplarda geçer. “Hikmetli sözleri vardır.” ibaresi, hemen hemen bütün mutasavvıf biyografilerinde sık sık geçer. İnsanlar bir işin oluş nedenini araştırdıkları zaman, “Bu işin hikmeti nedir?” diye sorarlar. Hikmetli söz söyleyene “hakîm insan” “bilge insan” denilir. Hikmetli sözler diye nice kitaplar yazılmış, insanların istifadelerine sunulmuştur. Burada ince bir nokta var. Vecize, güzel söz başka, hikmetli söz başkadır. Hikmetli sözde bir derinlik, insanı düşüncelere götüren bir yön vardır. Daha açıkçası, hikmetli sözde bir “mânevilik” vardır. İnsan arındığı, temizlendiği, Allah’a yaklaştığı oranda, hikmetli söz söyleme ortamına girmiş olur. Bir ayna ne kadar temiz, ne kadar tozdan, kirden uzak olursa, dıştaki nesneleri o kadar net, vazıh, en ince nüanslarıyla gösterirse, insan da öyledir. İnsan da arındığı, temizlendiği, gönlünü ve kafasını parazit düşüncelerden, nefsin oyunlarından kurtarabildiği nispette, insanları, olayları daha güzel, daha ince, daha derin seyredebilir, görebilir, gerçekleri tespit edebilir. Genellikle insanları hayatta doğru düşünmekten, güzel ile çirkin, iyi ile kötü arasındaki farkları görmekten alıkoyan, kafamızdaki takıntılar, ön yargılardır. Nefsinin esareti altında olan bir insan, bir şeyi nasıl görmek isterse öyle görür. Çünkü, tabiri caizse, elindeki damgayı her insana, her olaya aynı şekilde basmaktadır. Bu durum, bizi sonu gelmeyen hatalara sürükler; çünkü her an, her insan yeni ve farklıdır. Peşin hükümlerle yola çıkan, ister istemez realitenin dışında kalacak, objektiflikten uzaklaşacak, hakikate varamayacaktır.
Hikmet kavramının mânevi hayatla beraber gitmesi boşuna değildir. Ancak gönlünü tertemiz bir ayna haline getirenler, insanı ve olayları bütün nesnelliği içinde algılayabilir. Mısrî Niyazi “Vechini pâk eyle ki, mirâta bühtan olmasın” der.
Yüce Peygamberimiz “Hikmet müminin yitik malıdır, nerede bulursa alsın.” buyuruyor. Kur’an-ı Kerim’de “Allah hikmeti dilediğine verir, kendisine hikmet verilen ne hayırlı insandır” hükmü yer alır. Ancak, ilim sahibi olmakla beraber gönüllerini de temizleyenler, bütün şüphelerden kurtularak, en saf, en temiz şekilde iman edenlere hikmet veriliyor. Ne yazık ki, bazı kimseler, hikmeti kuru ilimle, kuru akılla özdeş görüyorlar. Oysa asırlarca evvel büyük Yunus ne güzel söylemişti;
“İlim ilim demektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Bu nice okumaktır” diyordu.
Bir insan, kendi dalında bir ilim adamı olabilir, ama ille hikmetli söz söyleyecek diye bir şey söylenemez. Bütün kâinatı insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle, cemâdâtıyla Muhammedî bir aşkla kucaklamadan, saygı, edep, sabır, şükür, teslimiyet hudutları içine girmeden, hikmetin doğuşunu beklemek nafiledir. Yunus “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” derken, ne güzel bir bakış açısı getiriyor. Kâinattaki her zerreye edep, incelik, zarâfet, aşk ve hayranlıkla bakmadan, değil hikmetli söz söylemek, söylenen hikmetli sözü bile anlayamayız. Açıkça görülüyor ki, hikmetin gerek doğuşu, gerek anlaşılması için, özel bir ruh iklimine ihtiyaç vardır.
Batı edebiyatını baştan sona inceleyin, hikmetli söze pek rastlayamazsınız. Arada sırada görülenler de İslâm kaynaklıdır, İslâmî eserlerden alınmıştır. Hikmet, İslâmiyet’le ortaya çıkan İslâmiyet’le beraber gelişen ve genişleyen bir gönül medeniyetinin en güzel çiçeğidir. İnsana huzur ve sükûn verir, ruha ferahlık verir, düşünceyi inceltir ve geliştirir. Hikmet, Allah aşkı ile dolu, Peygamber aşkı ile kendinden geçmiş saf ve hayran kalplerin sesidir. Hikmet, kâinat karşısında duyan, düşünen ve ürperen insanların gönüllerinde filizlenen bir ebediyet rüyasıdır.
Kırk yıl önce İmam Gazali’den okuduğum bir hikmeti, her gün ürpererek tekrarlarım. Bir gün, çok uzak mesafelerden bir yolcu gelir. İmam Gazali’ye hitaben “Efendim” der. “Benim öyle okumam yazmam filân yok, çok uzun sözleri aklımda tutacak kadar da zeki değilim, bana bir tek söz söyleyin. Öyle bir söz olsun ki, o beni dünyada da, âhirette de mesut ve bahtiyar etsin. Beni velâyet makamına kadar götürsün.” İmam Gazali tebessüm eder ve şu sözleri söyler; “Evlâdım, her gördüğünü Hızır, her geceni Kadir bil, bu sana yeter.”
Özdemir Asaf bir şiirinde;
“Bir kelimeye
Bin anlam yüklediğim zaman
Sana sesleneceğim” diyor.
Hikmetli sözler öyledir, bir kelimeye bazen bin anlam, bazen on bin anlam sığdırılır. Ve yüzyıllarca, bir meşale gibi insanlara mızrak mızrak güzelliklerini sunar. Bugüne kadar insanlık kültür tarihinde hoşgörü üzerine, müsamaha üzerine on binlerce kitap ve makale yazılmış, ama hiçbiri Yunus Emre’nin “Yaratılanı hoş gör, Yaratan’dan ötürü” mısraı kadar etkili olamamıştır. Acaba Yunus, öğrendiği ilimler kadar gönlünü de arı, duru, tertemiz, pırıl pırıl bir hâle getirmemiş olsaydı, o eşi bulunmaz sözlerini söyleyebilir miydi?
Her hikmetli söz, insanlığın kültür ufkunda, bir yıldızın doğuşu, bir güneşin parlayışıdır ve onlar kıyamete kadar insanlığa ışık verecek, yol göstereceklerdir.
|