subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt VI                                                                          Sabri Tandoğan

 

Düşünüyorum, O Halde Varım

Bıçak soksan gölgeme


Sıcacık kanım damlar


Gir de bir bak ülkeme


Başsız başsız adamlar


Ağlayın su yükselsin


Belki kurtulur gemi


Anne seccaden gelsin


Bize dua et emi.


Merhum şair, Türkiye’deki düşünce yoksulluğunu kendine has ifadesiyle ne güzel anlatıyor. Bana sorsalar, Türkiye’nin en büyük yoksulluğu nerede deseler, düşünce alanında derim. Yine bana sorsalar, Türkiye’de olmayan şey nedir deseler, fikir ve düşünce özgürlüğüdür derim. Açıkçası bugün ülkemizde düşünen insana karşı sanki bir savaş açılmış. İnsanların, hele hele köşesinde mütevazı hayatını yaşayan insanların, düşünce üreten insanların varlığına tahammül edilemiyor. Düşündüklerini sanan ama aslında düşünceden, fikirden kilometrelerce uzak insanların ortaya attıkları dogmalar, yetmiş milyon tarafından kayıtsız şartsız kabul görsün, benimsensin istiyorlar. Hayat­larında gerçek mânâda on dakika dahi düşünmemiş insanların ahkâm kesmeleri, düşünen kafalar için ne büyük ıstırap. Tele­vizyonlarda onlar, gazetelerde, üniversite alanında, siyasette, ekonomide hatta güzel sanatlarda onlar. Dediğim dedik, çal­dığım düdük diyorlar. Ve sanki bir ahtapot gibi memleketi sar­mışlar, tekelleri altına almışlar. En basit örneği, eğitim alanından verebiliriz. Bugün Türk eğitiminin üzerinde kahrolası bir belâ var. Bu çok bilmiş akıldaneler, efendim diyorlar, yedi yaşına kadar çocuklara okuma-yazma öğretmeyin, bir şey göstermeyin. Bırakın hepsi ayağı yanmış it gibi sabahtan akşama kadar koşsunlar, oynasınlar, yaksınlar, yıksınlar, vursunlar, devirsinler, onlar çocukluğunu yaşasın. Ne yazık ki, kayıtsız şartsız bir eğitim ordusu, aziz Türk Milletini bölmek, parçalamak, mah­vetmek, geri bırakmak, çağ dışına itmek isteyenlerin başvur­dukları bu oyuna geliyorlar. Nitekim UNESCO’nun birkaç ay evvel yayınladığı bir istatistikte durum bütün vahametiyle ortaya çıktı. Dünya eğitim sıralamasında bizden sonra vahşiler, yam­yamlar yer alıyor. Soruyorum sizlere, o incir çekirdeğini dol­durmayan meselelerde, kaleminden kan damlatan o sözüm ona köşe yazarları, sözüm ona televizyon konuşmacıları hiç bu hususa değindiler mi? Üniversitelerde tartışıldı mı? Kim ne derse desin, bugün Türkiye’ye egemen olan güçler, düşünen adam istemiyorlar. O yeniçerilerin bozulma dönemlerinde çok kullanılan bir söz vardı. “Söyletmen vurun.” Bu söz, ne yazık ki bugün için de geçerli. Kendileri gibi yaşamayan, kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi giyinmeyen, kendileri gibi hisset­meyen insanlar için kılıçlar çekiliyor, çılgınca feryatlar göklere yükseliyor, söyletmen vurun. Düşünen ve düşündüklerini söy­leyen insanlar, bazen işlerinden, eşlerinden, ekmeklerinden olu­yorlar. Düşündükleri gibi yaşayan insanların başına gelmeyen kalmıyor. Onların değil düşüncelerini söylemelerine, nefes al­malarına bile imkân tanınmıyor. Oysa insanoğlunun en büyük, en asil, en yüce yönü, düşünmek değil mi? Büyük filozof Descartes “Düşünüyorum, o halde varım” diyordu. İnsan­oğlunun varoluş şartını, düşünceyle bir görüyordu. Ne kadar acıdır ki, bugün toplumumuzda bu insanın en soylu yönü, bir hastalık gibi görülüyor. Bazen gözler iri iri açılıyor, seni dü­şünceli görüyorum diyorlar. Ne oldu, başına bir dert mi geldi? Çabuk bize söyle diyorlar. Neredeyse toplumda düşünceye karşı, düşünen insanlara karşı bir haçlı seferleri açılmış. Orhan Veli:


“Düşünme, arzu et sâde


Bak böcekler de öyle yapıyor” diyordu.


Ne yazık ki Orhan Veli, böcek gibi yaşamayı bize örnek diye gösteriyordu. Bu saçma sözlerle nice kuşaklar yetişti. Kimisi içkiyle, sigarayla, kimisi fuhuşla, kimisi kumarla kahrolup gittiler. Çünkü onlara ideal olarak, böcek gibi yaşamak gösterilmişti. Üniversite kürsülerinde adı profesöre çıkmış birtakım yaratıklar benim dedem orangutan, biz maymun soyundan geldik diye bangır bangır bağırıyorlardı. Şu anda UNESCO’nun istatis­tiklerine göre, Türkiye kadar az kitap okunan ikinci bir ülke mevcut değil. Çevremizde nice doktorlar, mühendisler, hu­kukçular hatta gazeteciler, televizyoncular görüyoruz. Kitap oku­madıklarını, kitabı sevmediklerini hiç utanmadan, yüzleri kızar­madan rahatça söyleyebiliyorlar. Hatta bununla iftihar edenler bile var. Oysa Kur’an-ı Kerim bizi sürekli düşünmeye sevkeder. Birçok âyetlerde “Düşünenler için ibretler vardır” buyurulur. Alın Kütüb-i Sitte’yi tarayın, insanı tefekküre sevkeden nice hadisler göreceksiniz. “Bir saatlik tefekkür, altmış yıl nafile ibadetten hayırlıdır” sözü, hemen herkes tarafından bilinir. Ama onu uygulayan, hayatında yaşayan kaç kişi var? Birtakım bilgiler, sadece sözde kaldıkça, günlük hayata geçirilip yaşan­madıkça ne ifade eder? Her konferansımda ısrarla sorarım, bir tek “Ya hayır söyle, yahut sus” hadisini içinizde yaşayan var mı? İş hayatında, aile hayatında, sosyal hayatında uygulayan var mı? Bugüne kadar kimseden evet cevabını alamadım. Bir ana-babanın evlâdına bırakacağı en büyük miras, okuyan, so­ran, araştıran, düşünen bir kafayla çocuklarını yetiştirmesi değil midir? Ve düşünceden uzaklaşmak vahşete, barbarlığa giden en kestirme yol değil midir? Saçma sapan programlarıyla, Televole’leriyle bir ülkenin gençliğini düşünmekten, duymaktan, hissetmekten uzaklaştıranlar, ne büyük bir gaflet içinde olduk­larının farkındalar mı? Yalnız çocuklarının yiyip içmesini, giyinip kuşanmasını düşünen ana-babalar, onlara ne kötü bir gelecek hazırladıklarını biliyorlar mı? İngilizlerin bir atasözü var: “Bir kız çocuğunun iyi yetişmesini istiyorsanız, işe büyükanneden başlayın” diyorlar. Bir çocuk için ilk tefekkür tohumlarının atıl­dığı mekân, ana kucağı değil midir? Aile içi sohbetleri gerek ana-baba, gerek çocuklar için ne güzel bir temrindir. Günlük hayattan alınan örneklerle, birtakım doğrular, güzellikler, ince­likler ne güzel aşılanabilir. Duyan, düşünen, hisseden insanlar için her zerre onları Hak’ka götüren bir Cebrail olabilir. Yunus Emre:


 


“Tehi görme kimesneyi


Hiç kimesne tehi değil” der.


Tehi, o günkü dilde boş, anlamsız demek. Hiç kimse sebepsiz yaratılmamıştır. Herkesin bir varoluş nedeni vardır. Önemli olan gerek kendimizde, gerek çevremizdeki insanlarda doğuştan var olan o değerleri, güzellikleri, incelikleri idrâk ede­bilmek ve onları gün ışığına çıkarabilmektir. Bu asırda bir in­sana yapılacak en büyük yardım, onu kendi varoluşunun ma­hiyeti üzerinde düşündürebilmektir. Bir insana ne için dünyaya gönderildiği, nasıl yaşaması gerektiği öğretilirse, en büyük yar­dım yapılmış olur.


Başkaları ne derse desin, biz düşünceye ve düşünen insanlara en büyük saygıyı gösterelim ve onlara faydalı olmaya çalışalım.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]