Düşünüyorum, O Halde Varım
Bıçak soksan gölgeme
Sıcacık kanım damlar
Gir de bir bak ülkeme
Başsız başsız adamlar
Ağlayın su yükselsin
Belki kurtulur gemi
Anne seccaden gelsin
Bize dua et emi.
Merhum şair, Türkiye’deki düşünce yoksulluğunu kendine has ifadesiyle ne güzel anlatıyor. Bana sorsalar, Türkiye’nin en büyük yoksulluğu nerede deseler, düşünce alanında derim. Yine bana sorsalar, Türkiye’de olmayan şey nedir deseler, fikir ve düşünce özgürlüğüdür derim. Açıkçası bugün ülkemizde düşünen insana karşı sanki bir savaş açılmış. İnsanların, hele hele köşesinde mütevazı hayatını yaşayan insanların, düşünce üreten insanların varlığına tahammül edilemiyor. Düşündüklerini sanan ama aslında düşünceden, fikirden kilometrelerce uzak insanların ortaya attıkları dogmalar, yetmiş milyon tarafından kayıtsız şartsız kabul görsün, benimsensin istiyorlar. Hayatlarında gerçek mânâda on dakika dahi düşünmemiş insanların ahkâm kesmeleri, düşünen kafalar için ne büyük ıstırap. Televizyonlarda onlar, gazetelerde, üniversite alanında, siyasette, ekonomide hatta güzel sanatlarda onlar. Dediğim dedik, çaldığım düdük diyorlar. Ve sanki bir ahtapot gibi memleketi sarmışlar, tekelleri altına almışlar. En basit örneği, eğitim alanından verebiliriz. Bugün Türk eğitiminin üzerinde kahrolası bir belâ var. Bu çok bilmiş akıldaneler, efendim diyorlar, yedi yaşına kadar çocuklara okuma-yazma öğretmeyin, bir şey göstermeyin. Bırakın hepsi ayağı yanmış it gibi sabahtan akşama kadar koşsunlar, oynasınlar, yaksınlar, yıksınlar, vursunlar, devirsinler, onlar çocukluğunu yaşasın. Ne yazık ki, kayıtsız şartsız bir eğitim ordusu, aziz Türk Milletini bölmek, parçalamak, mahvetmek, geri bırakmak, çağ dışına itmek isteyenlerin başvurdukları bu oyuna geliyorlar. Nitekim UNESCO’nun birkaç ay evvel yayınladığı bir istatistikte durum bütün vahametiyle ortaya çıktı. Dünya eğitim sıralamasında bizden sonra vahşiler, yamyamlar yer alıyor. Soruyorum sizlere, o incir çekirdeğini doldurmayan meselelerde, kaleminden kan damlatan o sözüm ona köşe yazarları, sözüm ona televizyon konuşmacıları hiç bu hususa değindiler mi? Üniversitelerde tartışıldı mı? Kim ne derse desin, bugün Türkiye’ye egemen olan güçler, düşünen adam istemiyorlar. O yeniçerilerin bozulma dönemlerinde çok kullanılan bir söz vardı. “Söyletmen vurun.” Bu söz, ne yazık ki bugün için de geçerli. Kendileri gibi yaşamayan, kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi giyinmeyen, kendileri gibi hissetmeyen insanlar için kılıçlar çekiliyor, çılgınca feryatlar göklere yükseliyor, söyletmen vurun. Düşünen ve düşündüklerini söyleyen insanlar, bazen işlerinden, eşlerinden, ekmeklerinden oluyorlar. Düşündükleri gibi yaşayan insanların başına gelmeyen kalmıyor. Onların değil düşüncelerini söylemelerine, nefes almalarına bile imkân tanınmıyor. Oysa insanoğlunun en büyük, en asil, en yüce yönü, düşünmek değil mi? Büyük filozof Descartes “Düşünüyorum, o halde varım” diyordu. İnsanoğlunun varoluş şartını, düşünceyle bir görüyordu. Ne kadar acıdır ki, bugün toplumumuzda bu insanın en soylu yönü, bir hastalık gibi görülüyor. Bazen gözler iri iri açılıyor, seni düşünceli görüyorum diyorlar. Ne oldu, başına bir dert mi geldi? Çabuk bize söyle diyorlar. Neredeyse toplumda düşünceye karşı, düşünen insanlara karşı bir haçlı seferleri açılmış. Orhan Veli:
“Düşünme, arzu et sâde
Bak böcekler de öyle yapıyor” diyordu.
Ne yazık ki Orhan Veli, böcek gibi yaşamayı bize örnek diye gösteriyordu. Bu saçma sözlerle nice kuşaklar yetişti. Kimisi içkiyle, sigarayla, kimisi fuhuşla, kimisi kumarla kahrolup gittiler. Çünkü onlara ideal olarak, böcek gibi yaşamak gösterilmişti. Üniversite kürsülerinde adı profesöre çıkmış birtakım yaratıklar benim dedem orangutan, biz maymun soyundan geldik diye bangır bangır bağırıyorlardı. Şu anda UNESCO’nun istatistiklerine göre, Türkiye kadar az kitap okunan ikinci bir ülke mevcut değil. Çevremizde nice doktorlar, mühendisler, hukukçular hatta gazeteciler, televizyoncular görüyoruz. Kitap okumadıklarını, kitabı sevmediklerini hiç utanmadan, yüzleri kızarmadan rahatça söyleyebiliyorlar. Hatta bununla iftihar edenler bile var. Oysa Kur’an-ı Kerim bizi sürekli düşünmeye sevkeder. Birçok âyetlerde “Düşünenler için ibretler vardır” buyurulur. Alın Kütüb-i Sitte’yi tarayın, insanı tefekküre sevkeden nice hadisler göreceksiniz. “Bir saatlik tefekkür, altmış yıl nafile ibadetten hayırlıdır” sözü, hemen herkes tarafından bilinir. Ama onu uygulayan, hayatında yaşayan kaç kişi var? Birtakım bilgiler, sadece sözde kaldıkça, günlük hayata geçirilip yaşanmadıkça ne ifade eder? Her konferansımda ısrarla sorarım, bir tek “Ya hayır söyle, yahut sus” hadisini içinizde yaşayan var mı? İş hayatında, aile hayatında, sosyal hayatında uygulayan var mı? Bugüne kadar kimseden evet cevabını alamadım. Bir ana-babanın evlâdına bırakacağı en büyük miras, okuyan, soran, araştıran, düşünen bir kafayla çocuklarını yetiştirmesi değil midir? Ve düşünceden uzaklaşmak vahşete, barbarlığa giden en kestirme yol değil midir? Saçma sapan programlarıyla, Televole’leriyle bir ülkenin gençliğini düşünmekten, duymaktan, hissetmekten uzaklaştıranlar, ne büyük bir gaflet içinde olduklarının farkındalar mı? Yalnız çocuklarının yiyip içmesini, giyinip kuşanmasını düşünen ana-babalar, onlara ne kötü bir gelecek hazırladıklarını biliyorlar mı? İngilizlerin bir atasözü var: “Bir kız çocuğunun iyi yetişmesini istiyorsanız, işe büyükanneden başlayın” diyorlar. Bir çocuk için ilk tefekkür tohumlarının atıldığı mekân, ana kucağı değil midir? Aile içi sohbetleri gerek ana-baba, gerek çocuklar için ne güzel bir temrindir. Günlük hayattan alınan örneklerle, birtakım doğrular, güzellikler, incelikler ne güzel aşılanabilir. Duyan, düşünen, hisseden insanlar için her zerre onları Hak’ka götüren bir Cebrail olabilir. Yunus Emre:
“Tehi görme kimesneyi
Hiç kimesne tehi değil” der.
Tehi, o günkü dilde boş, anlamsız demek. Hiç kimse sebepsiz yaratılmamıştır. Herkesin bir varoluş nedeni vardır. Önemli olan gerek kendimizde, gerek çevremizdeki insanlarda doğuştan var olan o değerleri, güzellikleri, incelikleri idrâk edebilmek ve onları gün ışığına çıkarabilmektir. Bu asırda bir insana yapılacak en büyük yardım, onu kendi varoluşunun mahiyeti üzerinde düşündürebilmektir. Bir insana ne için dünyaya gönderildiği, nasıl yaşaması gerektiği öğretilirse, en büyük yardım yapılmış olur.
Başkaları ne derse desin, biz düşünceye ve düşünen insanlara en büyük saygıyı gösterelim ve onlara faydalı olmaya çalışalım.
|