subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt VII                                                                          Sabri Tandoğan

 

Nefsin Hâkimiyetinden Nasıl Kurtulabiliriz?


Yüzyıllarca insanların kafalarını meşgul eden bir problem var; nefs, nefsin halleri, nefse karşı takınılacak tavır, nefsi öldürmenin yolları. Nice insanlar bu konuda kafa yormuş, fikir beyan etmiş, öneriler getirmişler. Yüzyıllarca hep bir tema işlenmiş: Nefsimizi nasıl öldürebiliriz? Nefse boğulması, öldürülmesi gereken bir düşman gibi bakılmış. Kimisi açlıkla, kimisi uykusuzlukla, kimisi insanlardan uzak kalmakla, kimisi bedenine işkence etmekle vakit geçirmişler. Ama ne hikmetse o nefis bir türlü ölmemiş. Her yerde, her dönem hükümran olmuş. İnsanlar sadece ıstırap çekmişler, inlemişler ama nefis mağrur bir totem gibi her yerde başını kaldırmış, dişlerini göstermiş Resulullah Efendimiz gelinceye kadar. Ne zaman Kâinatın Efendisi; “Nefsin senin binek hayvanındır. Ona rıfk ile, mülayemet ile muamele ediniz” demiş, ona insan fıtratına en uygun çözümü getirmiş. Günümüzde nefs problemi gene bir problem olarak yürürlükte. Boyuna yeni yeni nefsi öldürme teorileri üretiliyor, yolları gösteriliyor.


Yıllarca önceydi. Bir sohbette sordular. “Efendim,” dediler, “nefsimizin elinden perişan oluyoruz. Büyük sıkıntılar içindeyiz. Ne yapalım, nasıl edelim de bu işi halledelim?” Cevap verdim. “Değerli kardeşlerim,” dedim, “biz nefsimizle didişmeyi bırakalım. Onu bir kenara koyalım. Kendimiz günlük hayatımız içinde iyiyi, güzeli, doğruyu yaşamaya çalışalım. Onunla öyle meşgul olalım ki, nefsi düşünmeye vakit kalmasın. İşimizle, gücümüzle, meşguliyetimizle, görevlerimizle öyle hemhal olalım ki, o işlere kendimizi öyle adapte edelim ki, nefis de baksın baksın, sonra bu işyerinde grev vardır deyip, gitsin.” İşin özeti bu arkadaşlar. Dinle, ilimle, güzel sanatlarla, düşünce dünyası ile öylesine meşgul olalım ki, nefsin girebilmesi için en ufak bir kapı aralığı kalmasın. Bu konuda biliyorum, çeşitli sözler söylenecek, itiraz sesleri yükselecek. Ama benim düşüncem bu. Diyeceksiniz ki, uygulamasını yaptın mı? Öteden beri âdetimdir. Uygulamasını yapmadığım hiçbir şeyi söylemem.


Geçenlerde bir hanımefendi telefon etti. “Efendim,” dedi, “sizi televizyonlardan, internetten takip ediyorum. Kitaplarınızı okuyorum. Bir konuda bana yardımcı olur musunuz?” “Nedir?” dedim. “Ben,” dedi, “yıllardan beri zayıflamak istiyorum. Gitmediğim diyetisyen, aletli jimnastik, başvurmadığım diyet usulleri kalmadı. Hiçbirinden netice alamadım. Bu konuda bana yardımcı olur musunuz?” “Efendim,” dedim, “boşuna yorulmuş, zahmet çekmişsiniz. Birkaç Peygamber buyruğunu uygulamakla, bu işi en güzel şekilde halledebilirdiniz. Meselâ; ‘Kesinlikle acıkmadan sofraya oturmayınız’, ‘Ellerinizi yıkayarak ve Besmele çekerek, verdiği nimetler için Allah’a şükrederek yemeğinize başlayınız,’ ‘Acele etmeden, yavaş yavaş, incelikle, zarafetle yemeğinizi yiyiniz,’ ‘Sofradan yarı aç, yarı tok kalkınız,’ ‘Önünüzde kırıntılar oluşmuşsa, onları da birer birer toplayınız.’ İki yemek arasında dondurma, kuruyemiş, abur cubur yemeyiniz. Bu şekilde hareket ettiğiniz takdirde kilo vermemeniz mümkün değil. Bırakın diyet kitapları ne yazarsa yazsın. Diyetisyenler ne derlerse desin. Siz bu metodla kısa bir zaman sonra istediğiniz kiloya gelebilirsiniz. Deneyin bakın.” Mesele burada. Bir şeyi takıntı haline getirmek, zihnin sürekli olarak onunla meşgul olması bizi büsbütün onun kölesi haline getiriyor. Unutmayalım ki biz bu dünyaya aslımızı bulmak, kendimizi arıtıp temizleyip, Yaradanımıza geldiğimiz gibi tertemiz gitmek için gönderildik. Ömer Hayyam bir şiirinde; “Sevginle gireceğim toprağa, sevginle çıkacağım topraktan” diyordu. Önemli olan tek şey var. Emaneti aldığımız gibi Yaradanımıza ulaştırabilmek. Nefisle uğraşmak, didişmek, mücadele etmek bize ne kazandırır; hiç. Sadece yeni mağlubiyetler. Ama biz nefsimizi şöyle bir kenara koyup da, kendimizi bütün varlığımızla, bütün aşkımız ve heyecanımızla birtakım güzelliklere adarsak, o zaman nefis hükmünü icra edemez. Olayın en ince noktası budur. Önemli olan, içimizde nefisten gelen heyecanları, duyguları müspete kanalize edebilmek, süblimasyona tabi tutabilmektir. Nice insanlar, içlerindeki büyük negatif duyguları süblime ederek, onları din, bilim, şiir, edebiyat, resim, müzik yolunda değerlendirerek çok güzel sonuçlar almışlardır. Bu insanlar dün vardı, bugün de var, yarın da varolacaklar. Allah onlardan râzı olsun. Onlar insanlık kültür tarihinin tacıdırlar. Medar-ı iftiharıdırlar. Hayat onlarla güzel, yaşamak onlarla anlamlıdır. Bu formülü, yani nefsi bir yana koyarak içimizdeki büyük enerjiyi hayatın her alanında değerlendirebiliriz. Allah bu yolda çalışacakların yâri ve yardımcısı olsun.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]