Dergiyi hazırlarken teknik alan dışında kendini çok yönlü olarak yetiştirmiş ülkemizin birikimli ve entelektüel insanlarına yer vermek istedik. Bu amaçla ilk sohbetimizi kendisini çeşitli televizyon sohbetleri, gazete ve dergi yazılarıyla kitaplarından tanıdığımız emekli Danıştay üyesi Sayın Sabri Tandoğan ile yapmaya karar verdik. Bizi kırmadılar ve kendisiyle Ankara’nın güzide bir yerinde keyifli bir söyleşi yapma imkânı bulduk.
Değerli yazar ve hukukçu Sayın Sabri Tandoğan sorularımıza içtenlikle öyle güzel cevaplar verdi ki, sizler de okumaya doyamayacaksınız…
– Efendim, Sabri Tandoğan’ı bizlere tanıtır mısınız?
S.T.: 1934 yılında Ankara’da doğdum. 3,5 yaşında okuma-yazma öğrendim. İlkokula başladığımda hepsi okunmuş olmak üzere bir kitaplık dolusu kitabım olmuştu. Bunda edebiyat öğretmeni annemin de büyük etkisi oldu. Halen Türkiye’nin en büyük kişisel birkaç kütüphanesinden birine sahibim. Onbeş yaşında çeşitli dergilerde yazılarım yayınlanmaya başladı. Çok çalışan, inceleyen, araştıran ve daima hakkını arayan, savunan bir öğrenciydim. Gerçi hiçbir zaman bu huyum değişmedi. Dört fakültede okudum: Hukuk, Tıp, İlâhiyat ve Felsefe. Ancak benim hayatta bir tek konuda ihtirasım oldu; o da insanı tanımak, anlamak hususunda. Bununsa nihayeti yok... Dört ayrı fakültede okumamın nedeni de buydu. İnsanı ruh, beden, fikir ve sosyal yönleriyle bir büyük varlık olarak anlayabilmek ve tanıyabilmek... İnsanı anlamak ise, hayatı anlamak demekti. O zamanlar üniversite sınavı yoktu tabi. Sonradan çıkarılan bu sınavlar olmasa, daha çok fakültede okumayı düşünürdüm. Bütün hayatım okumakla geçti. Gece gündüz sürekli okurum ve okumalarım daima çok yönlüdür. Edebiyat, tasavvuf, tarih, tıp, sosyoloji, psikoloji ve felsefe en çok ilgilendiğim alanlar. Ancak benim için önemli olan satırlarda kalmayıp, öğrenilenlerin yaşantıya yansıtılmasıdır. Kullanılmayan bilgi işe yaramaz. Ayrıca güzel sanatları çok seviyorum. Edebiyat, şiir, müzik ve resimle daima ilgiliyim. Klâsik müziği çok severim, fırsat buldukça dinlerim. En sevdiğim ve beni en çok etkileyen yerli ve yabancı yazarlar ise Yunus Emre, Mevlâna, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Dostoyevski, Shakespeare, Rainer Maria Rilke ve Goethe olmuştur.
Meslek olarak hukukçuluğu seçtim. 1999 yılında 39 yıl hizmet verdiğim Danıştay 2. Daire Üyeliğinden emekli oldum. Halen basılı olarak altı ciltlik “Gönül Sohbetleri” adlı kitaplarım ile “Bekleyiş” isimli bir şiir kitabım var. Ayrıca çok sevdiğim ünlü Alman yazar Rainer Maria Rilke hakkında da bir incelemem oldu. Bir de gonulsohbetleri.net isimli bir internet sitem var, dünyadaki yedi milyar insanın görüş, soru ve düşüncelerine açık. Orada mümkün olduğunca günü gününe sorulara cevaplar verilmeye çalışılıyor. Sizler de bana sansürsüz olarak her konuda sorularınızı, sorunlarınızı yazabilirsiniz.
Bana göre hayatın iki muhteşem olayı var: Birisi sevmek, diğeri hizmet etmek. Hayatım boyunca hep bu iki çizgi üzerinde ilerlemeye gayret ettim ve bu bana inanılmaz bir mutluluk getirdi. İnsanları sevmek ve onlara hizmet etmekten daha büyük bir güzellik düşünemiyorum. Yerdeki bir kum tanesinden gökyüzündeki Samanyolu’na kadar kâinattaki her zerreye karşı sevgi ve saygı dolu olmayan bir insanın mânen de yükselebileceğine inanmıyorum. İlim ile duyguyu, akıl ile gönlü bütünlemiş, bilgilerini hâl haline getirmiş, madde ile mânâyı bir etmiş yaşama sanatının gerçek ustaları hep bu şekilde sevgi dolu olan kimselerden çıkmıştır.
– Efendim, siz hayatı hep çalışmakla, okumakla, araştırmakla geçmiş bir kimse olarak başarıyı nasıl tanımlarsınız, başarılı insan kimdir? Sizce gerçek başarı nedir?
S.T.: Bence çok para kazanmak, mal mülk sahibi olmak, hep ön plânda olmak, üst kademelere çıkmak gerçek başarı değildir. İnsanın bu hayatı insan onuruna yaraşır bir şekilde dürüst ve temiz olarak sürdürebilmesi, seven ve sevilen bir kimse olabilmesi ve her geçen gün kendini bir öncekinden daha iyiye götürebilmesi gerçek başarıdır. Önemli olan en iyi olmak değil, bir gün evveline göre daha iyi olmaktır. İnsanlar iç dünyalarında kurabildikleri âhenk kadar, hayatta huzur, sükûn, uyum ve güzellik bulabilirler, başarılı olabilirler. Bazen bakıyorsunuz adamın cebi para dolu, mevki, makam sahibi olmuş, mesleğinde zirveye çıkmış ama evinde, işyerinde bir güzel dostluğu, sevgiyi yakalayamamış, kendisiyle ve çevresiyle daima kavga halinde. Böyle bir insana başarılı denilebilir mi?
– Tesadüfler hakkında ne düşünüyorsunuz, bilimde tesadüf olabilir mi?
S.T.: Hayatta bir tek tesadüf vardır, o da sözlükteki “tesadüf” kelimesidir. Bilimde veya günlük hayat içinde bize tesadüf gibi gelen bazı olaylar, aslında çok daha öncesinden kurulmuş bir zincir içerisinde meydana gelir. Fakat biz o anda onu açıklayamadığımız için tesadüf deyip olayı geçiştiririz. Yoksa koskoca bu evren ve hayatımızda gerçekleşen olayların hiçbiri tesadüfle açıklanamaz. Hayatta küçük, basit, sıradan diyebileceğimiz tek bir olay dahi yoktur. Her şey birbirine bağlıdır. Bu nedenle Japonlar konuşmalarında küçük, basit, önemsiz, sıradan kelimelerini kullanmazlar. Onlar için her şey çok önemlidir. Bir Japon hikâyesinde okumuştum. Şöyle anlatılıyordu: Sayın tamirci işyerine geldi, sayın masasına oturdu, sayın aletlerini yerleştirdi, sayın dolabını açtı... diye. Beni çok etkilemişti.
– Sizce günümüzde gençlik nasıl olmalı, siz nasıl bir gençlik görmek istiyorsunuz?
S.T.: Bir genç, daima gerçekler peşinde koşan, hiçbir zaman kaybetmekten korkmayan, hem pozitif alanlarda kendini en iyi şekilde yetiştirip hem de mânevi anlamda da şahsiyetini oturtarak (mânevi değerler, saygı, sevgi, hoşgörü, incelik...) milletine ve bütün insanlığa hizmet amacı gütmelidir. Kendi ecdadını ve dünyaya güzel şeyler bırakmış insanları örnek alarak çevresi için bir ışık olmalıdır. Benim istediğim gençlik bıkkın değildir, haksızlıklar karşısında kendini savunur, aynı şekilde diğer kişilerin haklarına da riayet eder, öğrenme aşkıyla doludur, kendini, nereden gelip, nereye gittiğini, varoluşunun nedenlerini, yaşamın gayelerini araştırır. Bugün bazı gençler cinsel yönden bir uçurumun kenarına kadar gelebiliyor. Oysa cinsel alandaki ahlâksızlık, gayesizlikten ileri gelir. Öğrenme, kendini yetiştirme, hayatı ve insanları anlama aşkı içinde olan bir genç insan enerjisini bu yöne sevkederek kendine iyinin, güzelin, asil ve temiz olanın yolunu açabilir. Bu hiç de sanıldığı kadar zor bir şey değil. Bunu, etrafına zararlar vererek başıboş akan bir nehrin sularının barajda toplanmasıyla elektrik enerjisine dönüştürülmesine ve bu enerjiyle şehirlerin, yolların aydınlatılmasına benzetebiliriz. Madem ki bir enerji başka bir enerjiye dönüşebiliyor, pekâlâ cinsel enerji de kültürel enerjiye dönüştürülebilir. Çok okuyarak, güzel sanatlarla ilgilenerek, resim yaparak, şiir yazarak, yazı yazarak, gerçek sanat müziğiyle ilgilenerek cinsel enerji de kültürel enerjiye dönüştürülebilir. Bu görüşü ben ortaya attım. Kendim hayatımda uyguladım ve çok iyi sonuç aldım. Bu beni sonsuz bir huzura, mutluluğa ve güzelliğe götürdü.
– Peki siz bu konularda gençliğe güveniyor musunuz, sizce bunları başarabilirler mi?
S.T.: Ben gençliğime ve insanlarıma güveniyorum. Biz bu kültürleri yaşamış bir medeniyetin torunlarıyız. Neden bunları başaramayalım? Eğer bu modelleri kendimizde ararsak başarılı olacağımıza inanıyorum.
– Sizce eğitimci-öğrenci ilişkileri nasıl olmalıdır? Burada eğitimcilere düşen görevler nelerdir?
S.T.: Genel anlamda bir eğitimci her zaman öğrencilerine rehber olmalı, örnek olmalı, onlara bilimin ve insanlık değerlerinin ışığıyla aydınlık saçmalıdır. Sadece bilgi yetmez. Aksi takdirde öğrencilerini cehaletin karanlığına itmiş olur.
– Peki, gençlerin gerçekleri aramasını söylüyorsunuz. Gerçekler derken neleri kastettiniz?
S.T.: Kastettiğim şey gencin kendisini araması ve doğru yorumlayabilmesidir. Kendini anlayan genç için başkalarını ve hayatın diğer gerçeklerini anlamak kolay olacaktır. İnsan evrenin bir modelidir. Her şey insanda mevcuttur. O nedenle yapılacak en büyük keşif, insanın kendi iç dünyasına doğru bir yolculuğa çıkması, onu keşfetmesi, onunla dost, arkadaş olabilmesidir.
– Bize öğrencilik anılarınızdan bir örnek verebilir misiniz?
S.T.: Öğrencilik yaşamımda kendine güveni tam bir öğrenciydim. Dersi en az 3-4 farklı kaynaktan çalışır ve derse hazırlıklı giderdim. Bir seferinde 10 beklediğim sınavdan 9 almışım. Öğretmenime gücendim, hiç konuşmuyordum, çünkü çok iyi bir sınav kâğıdıydı. Bir süre ona dargın kaldım. İkinci sınavda kâğıda sadece adımı yazarak verdim. Sonra notlar okundu, hocam adımı okudu, kalktım, “Sabri Tandoğan: 10” dedi. Böylece barışmış olduk. Gençlik tabi. Şimdi olsa böyle davranmazdım.
– Peki, dâhilikle ilgili düşünceleriniz nelerdir?
S.T.: Dâhilerin en büyük özelliği dikkâtli olmaları, kısa zamanda büyük kararlara imza atabilmeleridir. Valery, “Deha, dikkâttir” der. Bir de dâhilerin ortak özelliği, zamanı çok iyi kullanan kimseler olmalarıdır. Bizim ülkemizde neden şimdi daha az dâhi çıkıyor, çünkü insanlar dikkâtlerini toplayamıyorlar, kendilerini gereksiz şeylerle, lüzumsuz bilgilerle meşgul ediyorlar.
– Bu soruyu sorarken düşündüm ama gene de sorayım. Evlilik hayatınızdan bahseder misiniz? Örnek bir evliliğiniz olduğunu okumuştuk bir kitabınızda.
S.T.: Eşimle Danıştay’da çalışırken tanışmıştık. Danıştay savcısı idi. 44 yıl evli kaldık. Üç yıl önce Hak’ka göçtü. 44 yıl boyunca kâinatın en büyük aşklarından birini yaşadık. Rahmetli eşimi çok sevdim, ona hep saygı duydum. Zaten ben saygı olmadan gerçek bir sevginin yaşanabileceğine inanmam. Eşim çok müstesna bir insandı, hem işini çok titiz yapar, hem de kendini farklı alanlarda yetiştirmeye gayret eder, resim yapar, yazı yazar, müzikle ilgilenirdi. “Günlüğümden” adlı bir eseri yayınlandı. Her zaman herkese karşı zarif, edepli, saygılı, hoşgörülü ve sevgi dolu bir kimseydi. Nur içinde yatsın. Ben de ona bir tek gün bile yüksek sesle hitap etmedim, ondan en ufak bir şey dahi istemedim, onun yanında bir tek gün ayak ayak üstüne atarak oturmadım. Bu şekilde karşılıklı sevgi ve saygı ile dünyada eşi az bulunur örnek bir evliliği yaşadık. Hâlâ onu anmadığım bir tek günüm yoktur.
– Efendim, biraz da tuttuğunuz takımdan bahsedelim mi?
S.T.: Hay hay. Ben çocukluğumdan beri koyu Fenerbahçeliyim. Fakat bu sene Trabzonspor’un şampiyon olmasını istiyorum. Çünkü Anadolu’dan bir şampiyon çıkmalı artık.
– Ben de bir Trabzonspor taraftarı olarak size teşekkür ediyorum. Son olarak Hacettepe Üniversitesi öğrencilerine ve Türk gençliğine bir sözünüz var mı?
S.T.: İnsanları tanıyın, sevin ve hiçbir ayrım yapmadan onlara sevgi, saygı duyun, hoşgörü gösterin. Bütün insanlığa hizmet aşkı ile dolu olun. Bu ülkenin dinamikleri sizlersiniz. Kendinizi bu millet ve tüm dünya için yeterli birikime ulaştırın. Çok okuyun, daima sorun, araştırın, hakikatler üzerinde kafa yorun ve kendinizi dar bir alana hapsetmeden çok yönlü olarak yetiştirmeye gayret edin. Yolunuz açık olsun.
Size ve üniversitenize bu söyleşi için teşekkür ediyorum.
– Biz de size bizi kırmayarak değerli zamanınızı ayırdığınız ve verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz. Sağolun.