subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt VII                                                                          Sabri Tandoğan

 

Çanakkale Savaşının Derin Anlamı


Bir yıldır evimin duvarını süslüyor. Çanakkale’ye giden dostlar o tabloyu getirdiler. Gencecik, çocukluktan yeni çıkmış gibi gözüken iki Anadolu genci. Fotoğraflarını çekmiş birisi. Üzerlerindeki giysi kelimelerle anlatılmayacak kadar eski, yıpranmış. Hani, dökülüyor diye bir kelime vardır. İşte öyle. Ama o iki gencin bakışları çakmak çakmak. Aşk dolu, iman dolu, vatan sevgisi dolu. Azim, irade dolu bakışlar. Çanakkale’de savaşan askerlerimizden ikisinin fotoğrafı. Bir yıl evvel getirmişlerdi. Çalışma masamın yanındaki duvara astım. Bir yıldır ürpererek bakıyorum. O yırtık elbiseli iki asker, bana azmin, iradenin, mücadele gücünün, hayat enerjisinin, vatan sevgisinin bir simgesi gibi geliyor. Ürperiyorum. Bazen ağlıyorum. Allah’ım, diyorum. O Çanakkale Harbi’nde nasıl büyük bir aşk, bir iman vardı ki, o günün büyük devletlerinin hepsine kan kusturdu. Onların mağrur suratlarını yerle yeksan etti, rezil etti, paçavraya çevirdi. Ve birden dudaklarımdan Akif’in mısraları yükseliyor;


“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada bir eşi?


En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi”


Sanırım dünya harp tarihinde Çanakkale Savaşı’nın bir eşi, bir benzeri görülmemiştir. Bir tarafta o günün tekniğine göre en ileri gemiler, uçaklar, toplar, silahlar. Hepsi en güzel şekilde beslenmiş, giyinmiş, teçhizatlanmış düşman askerleri. Beri tarafta aylardır güzel bir yemek bulamamış, giyecek elbise, atacak silah bulamamış, ama göğüsleri aşk dolu, iman dolu Anadolu çocukları. İki tarafta bu kadar zıddiyetin bulunduğu bir savaşı ben hatırlamıyorum. Aslında Çanakkale, Türkün varlığına son vermek isteyen güçlerin bir ön denemesi. Bana göre eğer Çanakkale’de kaybetseydik, Kurtuluş Savaşı’nda da başarılı olamazdık. 276 kiloluk top mermisini sırtında taşıyarak namlunun ucuna süren Seyit Onbaşı. Batı harp tarihinde aklın, havsalanın almayacağı bir olay. Söylesek bugün bile çoğu inanmaz. Ama o iman gücü var ya, o Allah aşkı, o Peygamber aşkı var ya, onun yanında bütün sayısal, matematiksel gerçekler mahkûm olmaya mecburdur.


Harp bitmiştir. İngiliz Parlamentosu toplanıyor. Devrin başbakanı feci bir eleştiri yağmuru altında adeta topa tutuluyor. Milletvekillerinin biri bitiriyor, biri başlıyor. Başbakan yerden yere vuruluyor. Başbakan kendini savunmak için ağır adımlarla kürsüye geliyor. Konuşmaya başlıyor. Elinde tuttuğu bir kitabı ağır ağır havaya kaldırıyor. “Arkadaşlar,” diyor. “Bu kitabı görüyor musunuz? Bunun adı Kur’an-ı Kerim. Türk Milletinin inandığı bir kitap. Siz beni ne zamandır eleştiri yağmuru altında yerden yere vurdunuz. Belki haklısınız. Ama şunu unutmayın ki, bu kitap olduğu sürece, Türk Milletinin kalbi bu kitap için çarptığı sürece, sâde İngilizler değil, bütün dünya bir araya gelse Türkleri yenemez, mağlup edemez. Kusura bakmayın, siz burada ezbere konuşuyorsunuz. Gazetelerde okuduklarınıza göre ahkâm kesiyorsunuz. O harbi görmediniz. O harpte, o kadar zor şartlar altında yaşayan, o imkânsızlıklar içinde çırpınan insanların sinelerindeki aşka şahit olmadınız. Bunu bilemeyen insanların, göremeyen insanların realiteyi bütün boyutlarıyla objektif olarak görebilmelerine imkân ve ihtimal yoktur. Son olarak şunu söylemek isterim. Bizler bu kitapla (Kur’an-ı Kerim’le) bu Milletin arasını açmadığımız sürece, yeni mağlubiyetler, yeni hezimetler kaçınılmaz olacaktır. Karar sizin. Durumu takdirlerinize arz ediyorum.”


Çanakkale Savaşı, hiçbir kalemin, hiçbir yazarın bütün nüanslarıyla anlatabileceği bir durum değildir. Onu anlatmak isteyen dil susar, kalem kırılır. Aklın, izanın, idrakin alamayacağı muhteşem bir olaydı o. Onu ancak yürekten inanan, inancını, aşk haline getiren, inancının önünde her şeyini geride bırakan insanlar hissedebilir. Vatan aşkı ne mübarek bir duygu. Bütün aşkların, bütün heyecanların üzerinde... Kalbinde vatan aşkı olmayan bir insanın toprağı için, bayrağı için her an ölümü göze alamayan, hayatını kaybetmekten korkan bir insanın ben onuruyla, şerefiyle, haysiyetiyle yaşayabileceğine inanmıyorum, açık söyleyeyim. Bunun aksine söylenecek her söz bence palavradan başka nedir ki. Vatanı olmayan bir insanın, ne namusu, ne şerefi, ne haysiyeti olabilir. O, ayaklar altında bir paçavra gibi çiğnenmeye mahkûm, sefil bir yaratıktır. Bir şairimiz; “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır” diyor. Sanırım Çanakkale Harbi’ni özetleyecek en güzel, en anlamlı, en muhteşem söz budur. Ve Allah’ın izniyle ilelebet bu mübarek topraklar üzerinde bir bayrak gibi dalgalanacaktır. Her aile arada çocuklarını Çanakkale’ye götürmeli, o mübarek şehitlerimizi ziyaret ettirmelidir. Onların mübarek ruhlarına okunmalıdır. Her birimizin evlerinde tablolarla, plaketlerle, nişanlarla, kitaplarla Çanakkale’den bir iz bulunmalıdır. Ben, Çanakkale Harbi’ni sadece bir harp olarak görmüyorum. O, aynı zamanda hem bizler için, hem yeryüzündeki bütün duyan, düşünen, hisseden, tefekkür eden insanlar için azmin, mücadele gücünün, zafere inancın bir simgesi olmalıdır. Demek ki insanoğlu bir hususu aşk haline getirince, o aşk onun vücudunun bütün hücrelerini kaplayınca, onun yapamayacağı, mağlup edemeyeceği hiçbir şey yoktur. Yunus Emre bir şiirinde; “Aşk gelicek, cümle eksikler biter” diyor. Çanakkale Harbi’nde de öyle oldu. Aşk geldi, dağ gibi zorlukları tüy gibi aştı, devirdi, yok etti. Bizler de hayatımızın her anında, özellikle üzüldüğümüz, kırıldığımız, bedbinleştiğimiz, yaşama sevincimizi kaybeder gibi olduğumuz zamanlarda, Çanakkale şehitlerinden, onların mübarek ruhlarından yardım istemeli, onları düşünmeli, hatırlamalı, onlardan güç almalıyız. Allah, cümlesinin ruhunu şâd etsin. Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati hepsinin üzerine olsun... Âmin...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]