Gerçek İnsan Olabilmek
Kadın, erkek, genç, ihtiyar, köylü, kentli, okumuş, okumamış yüzlerce okurumdan mektuplar alıyorum. “Efendim,” diyorlar, “öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, kimin elini tutsak, kime yaklaşsak hayal kırıklığına uğruyoruz. Biz tam bir insanı sevmeye, saymaya hazırlanırken, o insandan hiç umulmayan bir zamanda öyle sözler, öyle hareketler sadır oluyor ki, birden gözlerimiz kararıyor, ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Bu kadar da olmaz ki. Sözler ve davranışlar arasındaki bu çelişki, bizi o insanlardan buz gibi soğutuyor, uzaklaştırıyor. Biz de yeni arayışlara giriyoruz. Bazen bu hayal kırklıkları birbirini takip ediyor. Açıkçası tutunacak dal arıyor, ama sonunda o dalların ellerimizden kaydığını görüyoruz. Öyle bir toplum içinde yaşıyoruz ki, örnek insan bulmak, ona yaklaşmak ümidiyle kıvranıyoruz. Ama çabalarımız hep boşa gidiyor.”
Bu ve buna benzer mektupları okudukça hayretler içinde kalıyorum. Önümüzde Resulullah Efendimiz gibi yeryüzüne gelmiş ve gelecek insanların en büyüğü, en güzeli, en muhteşemi varken, biz neyi arıyoruz acaba? Yüce Peygamberimiz bütün insanlık ailesine rehber olarak, önder olarak, nur olarak, örnek olarak gönderilmedi mi? Acaba bizler neyi arıyor, neyi bekliyoruz? Sonu hayal kırıklığı ile bitecek bağlanmalar yerine, her yönüyle Kâinatın Efendisi’ne intisap edip, bağlanıp, O’nun ümmeti olsak, O’nu anamızdan, babamızdan, akrabamızdan daha çok sevsek, O’nun mübarek ellerinden öpüp, Hadis-i Şe-riflerini günlük hayatımızda yaşamaya çalışsak, dünyamızı da, âhiretimizi de cennete çevirmiş olmaz mıydık?
Yıllardır konferanslarımda, televizyon sohbetlerimde sorarım: “Ya hayır söyle, yahut sus.” Hadis-i Şerifini günlük hayatında, aile hayatında, iş hayatında uygulayanlar oldu mu? Bugüne kadar ben uyguladım diyen çıkmadı. Bir tek bu Hadis-i Şerifin uygulanması insanın hayatına ne büyük güzellikler, ihtişamlar getirebilir, bir düşünebilsek. İnsanlar bilerek veya bilmeyerek çevrelerinde kendilerine örnek olacak, rehberlik yapacak insanlar ararlar. Bu tarihin her döneminde böyle olmuştur. Acaba neden Kâinatın Efendisi’ni görmüyorlar? Resulullah Efendimiz hayatı boyunca bir insanın yaşayacağı bütün ıstırapları, çileleri görmüş, yaşamış ve bize ne güzel örnek olacak davranışlar bırakmıştır. Bir insanın dini, dili, cinsi, ırkı ve milliyeti ne olursa olsun, Resulullah Efendimizin yolundan gittiği, birkaç Hadis-i Şerifini uyguladığı takdirde dünyanın neresinde olursa olsun memnun, mes’ut ve bahtiyar olacaktır. Bunda hiç şüphe yok.
Yıllardır pek çok ana babadan aynı soruyu işitirim: “Evlâdımıza İslâmiyet’i nasıl sevdirelim? Bunun metodu, yöntemi nedir?” Hep aynı cevabı veririm: “Bizler Allah’ın ve Resulünün yolunda giderek, edep dolu, saygı dolu, incelik dolu bir hayat yaşayarak çocuklarımıza örnek olmalıyız. Onlar yalan söylememeyi, dikkâtli olmayı, edepli ve saygılı olmayı bizlerde görürlerse, mesele kendiliğinden halledilmiş olur.” İnsanlar sözleriyle değil, hareketleriyle örnek olanlara hürmet ve itibar ederler. Fiiliyle örnek olabilenler ne güzel insanlardır. Başka türlü de insanları etkilemenin mümkün olacağına inanmıyorum. Eğer söylenen söz başka, yapılan hareket başkaysa, o melek kadar masum yavrularımız böyle ana babalara nasıl inanabilir, nasıl itimad edebilirler? Ağzında sigarası ile çocuklarına sigara içmemeyi öğütleyen bir baba, bir anne, çocuklarının nazarında nasıl saygınlık kazanabilirler?
Kâinatın Efendisi, bir gün bir aileyi ziyarete gider, ev sahipleri çok memnun olurlar, sevinirler, bayram yaparlar. Evin küçük oğlu ilk defa gördüğü bu tezahürattan etkilenmiş, biraz çekinmiş ve ürkmüştür. Anne, “haydi yavrum,” der, “git, Peygamber Efendimizin elini öp.” Fakat çocuk öyle bir ruh hâli içindedir ki, bir türlü cesaret edip Peygamberimizin elini öpmeye gidememektedir. Anne, oğlunu teşvik için “haydi yavrum” der, “git, Peygamber Efendimiz sana şeker verecek.” Peygamber Efendimiz derhal yerinden kalkar, kapıya doğru gider ve çıkar. Bir süre sonra terlemiş olarak döner. Ev sahipleri “Ya Resulullah, merak ettik, nereye gittiniz?” derler. Yüce Peygamberimiz cevap verir: “Demin çocuğa, git, Peygamberimiz sana şeker verecek dediniz. Çocuk bana şeker almak için gelecekti. Ama benim yanımda şeker yoktu. Ben gittim çarşıda şeker aradım. Birçok dükkân kapalıydı. Nihayet bir yerde buldum. Onu aldım, getirdim. Eğer böyle yapmasaydım çocuk bana bir daha inanmazdı...” Bu anektodu elli yıl evvel okumuştum. Hep düşündüm, beşeri münasebetler ne kadar ince nüanslara dayanıyordu. Bir kere bir güven duygusu sarsılınca bir daha kolay kolay yerine gelmiyordu. Bu olaydan ibret alarak kırk dört yıllık evliliğim içinde bir kere bile eşime yalan söylemedim, yapamayacağım bir şeyi yaparım demedim. Çünkü öğrenmiştim ki, güven duygusu kesinlikle sarsılmamalıydı. Bazı anne babalar sabahleyin evden ayrılırken çocuklarına “Sana çikolata getireceğim” derler. Çocuk, akşama kadar hep o çikolatanın özlemiyle yaşar. Çok zaman anne, baba unuturlar. Çocuk, hayal kırıklığına uğrar ve bir daha kolay kolay annesine, babasına inanmaz. Bu bazı insanlara anlatılınca “Hiç öyle şey olur mu?” diyorlar. Onlar desinler, ama realite bu. İsteyen kabul eder, isteyen etmez. Bunu keşke bir ömür boyu bütün insanlara karşı uygulayabilsek. Yapamayacağımız şeyi yaparız vaatleriyle insanları oyalamasak, kandırmasak. Sonunda kaybeden biz oluyoruz. En yakınlarımızdan başlayarak çevremizdeki insanlar bize güvenemiyor, itimat edemiyorlarsa kabahat bizim değil mi?
Hayatının bütün dönemlerinde Peygamber Efendimiz ne dediyse yapmış, kimseyi hayal kırıklığına uğratmamıştır. Mesele kendiliğinden anlaşılıyor:
Resulullah Efendimiz hem bizler, hem yeryüzündeki bütün insanlar için en güzel örnektir. Onun yolunda gidebilenlere ne mutlu.
|