subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IX                                                                    Sabri Tandoğan

 

Zaman ve Biz

Galiba, hayata karşı saygısızlık, zamana dikkatsizlikle baş­lıyor. Çevrenize bakın, zamanını iyi kullanan, zaman konusunda verdiği sözde dikkatlice duran kaç kişi gösterebilirsiniz? Ve müessese olarak, uçakların, trenlerin kalkışından, televizyon­lardaki programlara kadar örnek gösterebileceğiniz neresi vardır? Bu neden böyle oluyor? Kendine saygılı bir insan verdiği söze, zaman bakımından da elinden gelen bütün hassasiyeti gösterir. Bir dakika gecikeceğim diye tir tir titrer. Karşılarındaki şahıslar için, büyük bir umursamazlık içinde “Ne olmuş yani on dakika, yirmi dakika fazla beklerse kıyamet mi kopar sanki” diyenler, bırakın o şahsı, önce kendilerine saygısı olmayan, bir türlü yetişememiş, tekâmül edememiş, olgunlaşamamış kim­selerdir. Dünyanın neresinde ve hangi zamanda yaşarlarsa yaşasınlar, bu tür insanlar, bekledikleri saygıyı ve itibarı bir türlü çevrelerinden göremezler. Çünkü hayatta hiç kimse bekletil­mekten hoşlanmaz, kendini bekleten kimseyi de hoşgörü ile karşılamaz.


Senelerce, senelerce evveldi. Hukuk Fakültesinde genç bir öğrenci idim. Medeni Hukuk profesörü Hüseyin Avni Göktürk’ün anlattığı bir olayı ömür boyu unutamadım. Bir Amerikalı iş adamı trene binmiş, bir şehirden bir başka şehre gitmektedir. Amacı o gün açılacak bir ihaleye girmek. Tren gara gecikmeli olarak girer. İş adamı ihalenin yapılacağı yere yetiştiğinde, ihale başlamıştır. Kendisini içeriye almazlar. Canı sıkılır, üzülür. Mahkemeye müracaat eder. Demiryollarından büyük bir taz­minat talep eder. Mahkeme iş adamının lehine karar verir, demiryollarını çok büyük bir tazminatı ödemeye mahkûm eder. Gerek on altı yıllık talebelik hayatımda, gerek kırk iki yıllık memuriyet hayatımda bir tek gün geç kaldığımı hatırlamıyorum. Eşimle beraber bir yere ziyarete gideceğimizde bir dakika geç kalacağım diye ödüm kopar. Zamana saygı, Allah’a saygı gibidir. Bir anlık gecikme pek çok şeyi mahvedebilir. Yirmi dört saati yerli yerinde, dakikası dakikasına kullanabilmek, bir bilgi, bir görgü, bir dikkat ve intizam işidir. Yirmi dört saatlik zamanın içine, eğer iyi kullanılırsa, pek çok şey sığdırılabilir. İmam-ı Gazali’nin yazdığı eserlerin sahife olarak beher gün için dökümü yapılacak olursa, ortaya inanılması güç büyük bir rakam çıkar. Yakınları anlatırlardı. Rahmetli Profesör Hilmi Ziya Ülken birçok makalesini durakta otobüs beklerken yazarmış. Hayatta beş dakikalarını dahi boş geçirmeyen, değerlendiren insanlar vardır. Nice büyük eserler, o küçücük zaman dilimleri değerlendirilerek yazılmışlardır. Ânı yaşamak çok önemlidir. Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde “Ve bir an yaşıyorum, bütün bir ömre bedel” der. Ama acı, ama tatlı geçen zaman, geçip gitmiştir. Artık yapılacak hiçbir şey yoktur. Gelecek ise, ne olacağı, neler getireceği bilinmeyen bir meçhuldür. Yarına çıkıp çıkma­yacağınızı Allah bilir. Önemli olan içinde yaşanılan zamandır. Şimdidir. An’dır. İbnül Vakt diye bir tabir vardır. Ânını yaşayan insanlara verilen bir sıfattır. “Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem” diye tekrarlanan bir ilâhi vardır. Çok severim. Beni hep ürpertmiştir. Günde iki saatlik çalışmayla Fransızların meşhur Littre sözlüğü yazılmıştır. Zamanı kullanabilmek bir ustalık işidir. Yerine göre saniyeleri bile değerlendirmek ge­rekebilir. Öyle insanlar vardır ki, akşam yatmazdan evvel, ertesi günün dakikası dakikasına programını yapar. Sabahleyin gi­yeceği elbiseyi, gömleği, çorabı, ayakkabıyı hazırlar. Sabahleyin içeceği çayı, çayını içeceği bardağı, atacağı şekeri, şekerini karıştıracak kaşığını hazırlar. Hangi saat hangi iş yapılacaksa, dakikası dakikasına bir kağıda not eder. Zamanında yapılmayan bir iş, birçok şeyi mahvedebilir. Zaman, hayatımızın kumaşını dokuyan mekiktir. Zamanına sahip olamayan, hiçbir amacına ulaşamaz, hiçbir yere gelemez. Bazen minicik bir ihmal, bize hayatımızın en büyük fırsatını kaçırtabilir. Bir şirkete genel müdür alınacakmış. Gazetelere ilân verilir. Bir kişi adaylar arasından temayüz eder, seçilir. Son olarak şirketin sahibinin onayı alınacaktır. Ertesi sabah dokuzda görüşmek üzere ran­devu alınır. O gece genel müdür adayı arkadaşları ile bu başarısını kutlar. Yerler, içerler, eğlenirler. Geç vakit kalkarlar. Hava yağmurludur. Adayın ayakkabıIarı çamur içinde kalır. Eve geldiğinde, uyku gözlerinden akmaktadır. Yatar ve uyur. Sa­bahleyin kalktığında görüşmeye çok az bir zaman kaldığını görür. Acele tıraş olur, giyinir, dışarı çıkar. Şirkete geldiğinde saat tam dokuzdur. Patronun sekreteri “aman” der, “çok çabuk girin, bir dakikalık gecikme bile, kendisini çileden çıkarabilir.” Kapıyı vurur, içeri girer. Birden patronun gözleri adayın çamurlu ayakkabılarına dikilir, kaşlar çatılır. Sert bir sesle, “gidebilirsiniz” der. Aday şaşırmıştır. Hayal kırıklığı içindedir. “Ama efendim, bana hiçbir şey sormadınız.” der. Patron gözlerini adaya di­kerek, “beyefendi, ben şirketi bu hale getirinceye kadar, genç­liğimin en güzel yıllarını harcadım. Bu şirketin genel müdür­lüğünü size nasıl verebilirim. Çamurlu ayakkabıları ile patronun huzuruna giren, sizin gibi saygısız ve laubâli bir insana şirketimi nasıl teslim edebilirim, lütfen dışarı çıkın...” der.


Gece, iki dakikalık ayakkabı temizliğine zaman ayıramayış, astronomik ücretli bir genel müdürlüğün elden gitmesine neden olur. Hayatta her şey birbirine bağlıdır. Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir orduyu felâkete götürebilir. Japon dilinde “küçük, basit, önemsiz” kelimeleri yoktur. Her şey önemlidir. Her taş yerinde ağırdır. Bazen dikkatsizce sarfedilen bir söz, insanın, bir müessesenin mahvına sebep olabilir. Yunus ne güzel söyler, “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ide bir söz”


Amerika’da senatörlere konuşma dersleri verilen bir okulun duvarında şu sözler yazılıdır: “Eğer bir düşünceyi en fazla yüz kelimede anlatamıyorsanız, lütfen ağzınızı açıp konuşmayın.” Bir atasözümüzde “Vakit nakittir” denilerek, vaktin önemi ne güzel anlatılır. Bütün gelecek zaferleri kazananlar, zamanlarını en güzel kullanan kimseler olacaktır. Belki başta zarar gibi gelen bazı düzenlemeler, zamana tasarruf edebilmek için ya­pılacak hareketler gün geçtikçe itiyat haline gelebilir. Bizden bir parça olur. Öyle gün gelir ki, hiçbir gayret sarfına gerek kalmaz. Bazen on saniye bile çok kıymetli bir zaman dilimi olabilir. Biz de Behçet Necatigil gibi düşünürsek:


“Siz geniş zamanlar umuyordunuz


Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek”


dersek, belki ömür boyu sevgimizi söyleyemeyiz. Bazen keli­melere bile gerek olmayabilir. İçten gelen sımsıcak bir bakışla da, en büyük sevgiler söylenebilir. Hayatta öyle anlar vardır ki, derhal harekete geçmek, bir şeyler yapmak, bir söz söylemek gerekebilir. Ordusu isyan ettiği zaman, Yavuz Selim o tarihî konuşmasını yapmakta beş dakika gecikseydi, her şey mah­volabilirdi. Hakan Şükür’ün Leest takımına attığı o harikulâde ikinci golde bir saniyelik gecikme maçın seyrini değiştirebilirdi. Resulullah Efendimizin vefatı üzerine çıkan panikte, birçok güzide insan, üzüntü ve şaşkınlık içinde ne yapacağını bilmez bir halde iken, güzeller güzeli, inceler incesi Hazret-i Ebubekir’in taşın üzerine çıkıp, söylediği o muhteşem birkaç söz, ortalığa sükûnet getirdi, herkesi itidâle davet etti. Zaman insanların geliştikleri muhteşem bir bahçe gibi oluyor. Ancak, zamanlarını iyi kullanmayı bilenler, mutlu, huzurlu ve sağlıklı oluyorlar. Sanırım başarının ve tekâmülün altın anahtarları bu insanların ellerinde...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]