Yumma Gözün Kör Gibi
Her hadise, eğer ders alabilirsek, eğer ibret alabilirsek, bizim için bir ayna. Günlük hayatımızda çok kullandığımız bir kelime var; tesâdüf. Tesâdüf aşağı, tesâdüf yukarı, ama hep tesâdüf. Aslına bakacak olursak, hayatta bir tek tesâdüf var, o da lügattaki tesâdüf kelimesi. Şimdi gençler ona “rastlantı” diyor. En ufak bir hadisenin bile arkasında bizi aylarca düşündürecek gerçekler gizli. İş onların dilinden anlamak. Onların gerçekçi olarak yorumunu yapabilmek. Japon dilinde küçük, önemsiz, basit, lalettayin kelimeleri yok. Her şey onlara göre önemli. Hayati değerde. Japonya’da yere atılan bir sigara izmariti, bir kâğıt parçası çok ağır cezaları gerektiriyor. Çünkü biliyorlar ki, insanlar kendi kapılarının önünü temiz tutarlarsa, bütün şehir de temiz olur. Bizim ilkokulda okuma kitabımızda bir söz vardı. Onu bir ömür boyu unutamadım. Hep düşündüm. Hâlâ da düşünüyorum: “Bir mıh, bir nal kaybettirir. Bir nal, bir at kaybettirir. Bir at bazen bir orduya savaş kaybettirir.” Küçücük ihmaller, yerine göre bir şahsın, bir ailenin, bir müessesenin, bir ülkenin mahvına sebep olabiliyor. Toplum olarak çok kötü bir alışkanlığımız var. Hep bugünün işini yarına bırakıyoruz. Ertelemeye bayılıyoruz. Genellikle, elektrik ve telefon faturalarının son ödeme gününde, ödeme yapılan yerlerin önü mahşeri bir kalabalıkla dolar. Çünkü gelen faturaların ödenmesi, hep bir sonraki güne ertelenir. Bunu sadece ekonomik güçlüklerle izaha kalkmayalım. Bu, kendini kandırmak olur. İnsanlar kendi kendilerini aldatmaya bayılıyorlar. Onun için Fikret; “İnan Halûk, ezeli bir şifâdır aldanmak.” diyor. Bazen çoraptaki küçücük bir delik, zamanında tamiri yapılmazsa, bir süre sonra çorabı giyilemez hâle getirir. Bazen işyerindeki küçücük bir ihmalimiz, yerine ve zamanına göre bizi ekmek paramızdan edebilir. Nice insanlar vardır. Bir hata yapmış, bir yakınını kırıp incitmiştir. Bu, ev halkından biri olabilir, bir arkadaşımız, bir komşumuz, bir meslektaşımız olabilir. Ne olur, yıllar yılı onun ağırlığını sırtımızda taşıyıp, bir eziklik içinde yaşayacağımıza, gitsek özür dilesek, af dilesek, o şahsın gönlünü alsak. Ama hep ihmal ederiz. Erteleriz. Bugün yarın derken, öyle bir an gelir ki, artık özür dileyecek yüzümüz de kalmaz.
Her yaşın kendine göre bilinmesi, öğrenilmesi gereken konuları vardır. Biz onları erteledikçe ne olur? Hiç olmayan zamanlarda, beklenilmeyen durumlarda mahcup oluruz, utanç duyarız. Maddi mânevi nice şeyler kaybederiz. Eğer bir işin yapılması gerekiyorsa, en uygun zaman, içinde bulunulan ândır. Tasavvufta bir “İbn-ül Vakt” kavramı vardır. Zamanın çocuğu, demektir kısaca. Yani dünle oyalanmayan. Çünkü acı veya tatlı, güzel veya çirkin, dün geçip gitmiştir. Yapılacak bir şey yoktur. Yarının hayalleri de insanları oyalar. Hatta uyutur. Nice insan, ilerde şöyle olacak, böyle olacak diye oturup hayal kurarlar. Peki kardeşim ne biliyorsun? Sabaha çıkacağına dair elinde senet mi var? Önemli olan bugündür. Hatta içinde yaşanılan ândır. Ne yapacaksak ne edeceksek, en müsait zaman, içinde bulunulan anda imkânlarını kullanabiImek, yapılması gerekeni yapmaktır. Önemli olan o ânı en güzel şekilde değerlendirebilmektir. “Ve bir ân yaşıyorum, bütün bir ömre bedel” diyebilmektir. İslam’da nefesini vereceği son âna kadar tövbe kapısı açıktır. O kapıyı kapamaya da kimsenin gücü yetmez. Peygamberimiz, “Müjdeleyin, ürkütmeyin.” buyuruyor. Her gün, bütün bir hayat önümüzden kayıp gidiyor. Ancak görmesini bilenler, ibret almasını bilenler o kayıp giden görüntüler içinde, faydalı olanı, dünyasına ve ahiretine yarayacak olanı çekip çıkarabiliyor. Gerisi hikaye. Bana, kültürlü insan kimdir diye sorsalar, onlara derim ki, gerçek kültürlü insanlar, hadiseleri objektif, tarafsız olarak görebilen, okuyabilen, ondan ders alabilen kimsedir, derim. Tesâdüfen filâncayı gördüm, tesâdüfen şu sözü işittim, şunu okudum diyenler, boş yaşayıp, hayatlarını hebâ eden insanlardır. Hiçbir şey sebepsiz değildir. Tesâdüf yoktur. Bir tek sözün, bir tek davranışın arkasında yılların getirdiği nice durumlar vardır. Bu öyle bir zincir ki, onu etüt edip incelemeye, gerçek sebebini araştırmaya insanın gücü yetmiyor. Sabrı kâfi gelmiyor. Tesâdüf gibi, basit, ucuz ve aptalca kelimelerle kendi kendilerini kandırıyorlar. Ne denir? Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir. Bazı insanlar, ömür boyu gerçeklere sırtlarını dönüp yaşayacaklarsa, buyursunlar yaşasınlar. Aşık Veysel onlar için, “Yumma gözün kör gibi” der. Akıllı insanlar, kendilerini bildikleri andan itibaren, son nefeslerini verinceye kadar, daima hadiselerden, olup bitenlerden bir mânâ çıkarmaya çalışan kimselerdir. Allah bu idrak ve basireti bize de, bütün insan kardeşlerimize de kazandırsın.
Yıllar su gibi akıp gidiyor. Günler rüzgâr gibi geçiyor. Bu korkunç tempo içinde, gerçeği ve güzelliği yakalayıp yaşayabilenlere ne mutlu.
|