subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IV                                                                          Sabri Tandoğan

 

“Aşk Gelicek, Cümle Eksikler Biter”

Yıllarca önceydi. Ankara Hukuk Fakültesi’nde okuyan genç bir öğrenciydim. Bir gün, bir arkadaşım elinde bir kitapla çıka­geldi. “Sabri,” dedi. “Bu kitabı geçen hafta okudum. Doya­madım. Senin de okumanı istedim. Beğeneceğini tahmin edi­yorum.” Kitaba baktım, rahmetli Peyami Safa’nın “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu” isimli romanı idi. Okumaya başladım. Kaç kere okudum bilemiyorum. Kitabın bazı bölümlerini okuya okuya ezberlemişim. Aradan elli yıl geçti. Bir cümleyi hâlâ unutama­dım. Bu, Matmazel Noraliya’nın hatıra defterinden bir cümle idi. “Babaannem derdi ki, cehennemde yanan bizim nefsimizdir.” Yıllarca bu cümle kafamda yer etti. Unutamadım. Düşündüm. Zaman zaman dalarım, günümüz insanını bu kadar mutsuz eden, bu kadar huzursuz eden, kimini içkiye, tütüne, uyuş­turucuya, kimini doktorların yüksek dozajlı ilaçlarına götüren nedir, diye. Şunu bulurum. Yediden yetmişe çevrenizi dinleyin, herkes şikâyetçi. Kimi karısından, kimi kocasından, kimi ana babasından, kimi evlâdından, kimi komşusundan, kimi akraba­sından, kimi âmirinden, kimi memurundan. Herkes ama herkes şikâyetçi. Ve bu şikâyetlerin ardı arkası kesilmiyor. Bir şikâyet arkasından on şikâyeti daha getiriyor. Bazen açar Yunus’u okurum. İtalyan Profesör Anna Masala’nın dediği gibi; Yunus dost, Yunus kardeş, Yunus arkadaş, Yunus sevgili. Ne diyor büyük Yunus, bir mısrada çağımızın bu en büyük problemine ne güzel bir çözüm getiriyor:


“Seni deli eden şey, yine sendedir sende”


Ne yazık ki bazı alanlarda o kadar ilerlemeler gösteren günümüz tıbbı, henüz bu noktaya gelemedi. Henüz Yunus’a ulaşamadı. Hasta geliyor doktora, “Doktor bey” diyor. “Gönlüm yanıyor, içim cayır cayır. Yediğimin içtiğimin tadını alamıyorum. Gördüğüm güzellikleri fark edemiyorum. Ne olur bana yardım edin.” Doktor beyin yaptığı basit. Bir reçete dolusu yüksek dozajda ilaç yazmak. Ne olur kerem et doktor bey. Benim içim yanıyorken, kafamın içi çözemediğim, içinden çıkamadığım so­rularla dolu iken, senin yazdığın ilacın gönlüme ne faydası ola­cak. Hangi derdimi halledecek. Hangi problemime çözüm geti­recek. Bir türlü Yunus’un mısraına gelemiyoruz. Hatta gelmek bir yana, son süratle uzaklaşıyoruz. Oysa büyük Yunus, güzel Yunus ne açık, ne sade bir dille gerçekleri bizlere söylüyor:


“Beni bende demen, bu ben değilim,


Bir ben vardır bende benden içeri.


Süleyman kuş dilin bilir demişler,


Süleyman var Süleyman’dan içeri.”


Bir türlü Yunus gibi “Aşk gelicek, cümle eksikler biter”, “Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” diyemiyoruz. Hep sevgiyi, huzuru, mutluluğu olmayacak yerlerde arıyoruz. Bulamayınca da karamsar oluyor, bunalıyor, sıkılıyor, kendimizi olmayacak şeylerin peşine düşmüş görüyoruz. Benim içim yanıyorken, ben ıstırap içinde, sıkıntı içinde çile çekiyorken, sigaranın, içkinin, uyuşturucunun, onu bunu çekiştirmenin, dedi­kodu yapmanın, haram peşinde koşmanın bana ne faydası ola­cak. Halk şairi ne güzel söylemiş: “Benim derdim bana yeter, bir de sen dert katma bülbül”. Bundan otuz sene evvel bir şarkı çok meşhurdu: “Hangi kapıyı çalsam, ardında buruk acı” diyordu.


Ne hikmetse günümüz insanı bir türlü hakiki şifâsını ara­mıyor. Veya arayamıyor. Çünkü iç dünyası, kafası öylesine karı­şık ki, öylesine ön yargılarla dolu ki, bir türlü “Soruversem ben neyim, ve bu hal neyin nesi” diyemiyor.


Çocukluğumdan beri kitabı çok severim. Kitapçılar huzur bulduğum, sükûn bulduğum, mutlu olduğum mekânlar. Gezer­ken oralarda bir şey dikkatimi çeker. Kitap meraklıları ayaküstü sohbet ederler. Şu kitabı okudun mu, falanca kitabı gördün mü, falanca düşünce için ne diyorsun vesaire. Bazen bunlar bana boş yere zaman kaybı gibi geliyor. Ne olur birkaç hadis öğ­rensek de onları hayatımızda yaşayabilsek. İş hayatımızda, aile hayatımızda, sosyal hayatımızda uygulayabilsek. Ben yıllardır aynı fikri söyledim. Müsaadenizle yine tekrarlıyorum. Bir tek; “Ya hayır söyle yahut sus” hadisini bütün incelikleri ile, nüansları ile yaşayan bir kişi gördüyseniz Allah rızası için lütfen haber verin. Gidelim, o şahsın ellerinden öpelim, saygılarımızı sunalım. Olmuyor efendim. Lâf ebeliğiyle, bilgiçlik taslamakla, ben şuyum, ben buyum diye hava atmakla olmuyor. Başkalarını aldatmak bir yana, önce kendimizi aldatıyoruz. Oysa kendi kendimizle yalansız, riyasız, samimi olarak hesaplaşmaya ne kadar ihtiyacımız var. Çünkü ancak böyle insanlar “Seviyoruz, seviliyoruz, güzelliğimiz bu yüzden” diyebilirler, “Sevmek devâm eden en güzel huyum” diyebilirler. Ve o zaman insan hayatı “Aşk gelicek, cümle eksikler biter” diyerek muhteşem bir final olur. Allah o güzelliği cümlemize, bütün insan kardeş­lerimize nasip etsin.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]