Bu Dünya Darılma Pazarı Değil, Dayanma Pazarıdır
Otuz yıl oluyor. Kitapçıda gördüğüm kitabı derhal almış, eve gider gitmez okumaya başlamıştım. Mithat Bahari Beytur’un Mevlânâ ve Şiirleri hakkında bir eseri... Okudum, okudum, doyamadım. Aşkla, heyecanla okudum, tekrar tekrar... Bıkmadan, usanmadan okudum. Her okuyuşta kitaba ve yazarına olan sevgim, saygım daha çok artıyordu. Nihayet kendisiyle görüşmeye karar verdim. İstanbul’da oturuyordu. Bilinmeyen numaralardan, telefon numarasını ve ev adresini öğrendim; açtım. Tanıştık. Randevu aldım. Gittim ve görüşmeyi Allah nasip etti. Seksen yaşını geçmişti. İnsanın hayalini aşan bir zarafet ve incelik içinde idi. Dünya güzeli bir insandı. Edep kelimesi, sanki onun şahsında tecessüm etmiş, somutlaşmıştı. Hayatımın en güzel günlerinden biriydi o. Kültürün, edebin, incelik ve zarafetin erişilmez örneğiyle yapılan sohbetin doyumsuz güzelliğini yaşıyordum.
Sohbette bulunan bir zat, bir ara hayattan, insanlardan şikâyet edecek oldu. Tebessüm ederek, yavrum dedi, hayat ne zaman dört dörtlük oldu ki... Bütün mesele, bu hâyu huy, bu patırtı gürültü içinde kendi dünyanı kurabilmek, onu yaşayabilmek, hayatını bir sanat eseri haline getirebilmektir. Gerisi lâf ü güzaftır. Boş sözdür. Gevezelikle hiçbir yere varılamaz...
Yıllar yılı bu sözler ışık tuttu bana. Yapabildiğim kadar çevrenin bozan, yıpratan, solduran, çürüten etkilerinden uzak kalmaya gayret ettim. Hayatın anlamını bulmaya, gizli gerçeklerini keşfetmeye çalıştım. Ancak bir gül gibi hayatlarını tertemiz, renk dolu, ışık dolu yaşayanlar Hak’ka göçerken de sevinçlerini devam ettiriyorlardı. Onlar mahzun da olmuyorlardı.
Niyazi-i Mısrî ne güzel söylemişti.
Ârif isen semme vechullahı bul
Kande baksan ol güzel Allah’ı bul
Evet, bu dünya darılma pazarı değil, dayanma pazarıydı. Kâinat içten ve dıştan Allah’ın varlığıyla ve kudretiyle çevrelenmiştir. Ârif nereye baksa, onda Hak’kı görmelidir.
İşit Niyazi’nin sözün, bir nesne örtmez Hak yüzün
Hak’dan ayân bir nesne yok, gözsüzlere pünhân imiş.
Şikâyet... şikâyet... hep şikâyet, herkesten şikâyet Hak’tan uzaklığın en belirgin göstergesi... Mevlânâ, Fih-i Mâfih’de “İnsanların kötülüklerine katlanmakla senin huyun düzelir, onlarınki ise bozulur. Şimdi madem ki bunu öğrendin, artık kendini temizle ve onları, pisliklerini temizlediğin bir bez parçası olarak bil” diyor. Allah’ın Kitabında, “Kötülüğü en iyi tarzda def et” emri vardır.
Şikâyetle, inlemekle, dert yanmakla geçirilen her zaman bizim için telâfisi imkânsız bir kayıptır. “Gizli bir hazine idim. Muhabbet ettim ki bilineyim” Kutsî Hadisine göre, kâinatın yaratılış sebebi aşktır. Allah’ın bulunması için de aşk burak’ı şarttır. Gönül gözünün burak’ı üstünde sefer edenler, bulutsuz, sissiz o ayı görürler. Mevlânâ “Aşksız olma ki ölü olmayasın. Aşkta öl ki diri kalasın” der. Aşksız geçen ömrü, ömürden sayma. Aşk âb-ı hayattır. Onu canı gönülden kabullen. Sakın ha, kendi şehvetine aşk ismini verme. Şehvetten aşka çok uzun yol vardır. Aşk olgunluktur, kemâldir, güzelliktir. Aşk edeptir, inceliktir. Aşk Tanrı sıfatıdır.
Ben bilmez idim gizli ayân hep sen imişsin.
Tenlerde vü canlarda nihân hep sen imişsin
Senden bu cihan içre nişân ister idim ben
Âhir bunu bildim ki cihân hep sen imişsin
En büyük israf, ömrün boş sözlerle, dedikodu ile, malayâni ile beyhude yere sarfedilmesi değil midir? Önüne gelene sızlanmak, dert yanmak hangi derdi halleder ki... O dertlerin, sıkıntıların da bir veriliş nedeni vardır. Onu bulmaya çalış. Derdini kimseye söyleme; yan fakat tütme. İş, dediğini yapmaktır, söylemek değil. Bulunmaz dünyada mahrem, sakın fâş etme esrarı. Unutmayalım ki, sevgi ve merhamet, şefkat insanlık vasfıdır. Hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasfıdır. Kişinin kendi miktarı sözünden belli olur. İnsanın hayırlısı halka faydalı olanıdır. Kötülükte bulundun mu kork. Yaptığın kötülük bir tohumdur, mutlaka yeşerir. Seni seveni ara, seni arayanı sev. Allah’a giden yolun kapısı sabır, kanâat, şükür, edep, incelik ve zarafet ile açılır. Ne mutlu o kimseye ki nefsi terbiye edilmiş, müslüman olmuş, huyu güzelleşmiş, iç âlemi iyileşmiştir. Gerçek yükseklik, Allah’a giden yoldaki yüksekliktir, dünya yüksekliği değil. Boş sözler, şikâyet, dedikodu, alay, tepeden bakmak, insanları hor ve hakir görmek, kendini beğenmek, her şeyi ben bilirim demek, bizi her gün Hak’tan uzaklaştırır. Tevâzu ve edep, incelik ve güzellik Hak kapısının anahtarlarıdır. Aç gözlü, muhteris, en büyük benim diyen, alaycı insanlarla sohbet etmeyiniz. Onlar insanı kirletir, iç dünyanızdaki güzellikleri yok ederler. Fransızların bir atasözü vardır. Arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim derler. Görünen kaza ağyâr ve alçaklarla sohbettir. Herkesle sohbet edilemez. Öyle insanlar vardır ki, onlara vitrine bakar gibi bakınız. Şöyle bir merhaba deyip uzaklaşınız. İnsanın ağzından çıkan bir tek cümle, onun hakkında fikir edinmemize yetebilir. Yağ küpünden yağ sızar, bal küpünden bal. Sirke küpünden başka ne sızmasını bekliyorsunuz ki... Günahlarıyla, nefsaniyetiyle, ihtirası ve kötü niyetiyle içini kapkara yapmış bir insanla sohbete devam ederseniz, bir süre sonra sizin de içiniz kömürlüğe döner. Kendi cinsinizden başkasıyla sohbet etmeyiniz.
Çok zaman önce, insanların kille yıkandıkları dönemlerde, bir adam hamama gider. Kili üzerine sürer. Bir süre sonra mis gibi koktuğunu görür. Hayret eder. Sorar: “Sen bir topraksın, nasıl böyle gül gibi kokuyorsun” der. Kil cevap verir: “Haklısınız der, çok haklısınız. Ben bir topraktım. Toprak gibi kokuyordum. Ama bir gün nasip oldu, yolum düştü, gülle tanıştım. Üç gün onunla sohbet ettim” der.
Kendini güzelleştirmiş, arıtmış insanlarla sohbet hayatımızın en büyük kazancıdır. Kıymetini bilelim. Çeşmeden sular akarken testimizi dolduralım. Dünya her gün değişiyor. Ve biz dünyayı anlamak için her gün düşünüyoruz. İnsanın selâmeti dilini koruması ile mümkündür. Sana fenalık etseler bile sus... O’na teslim ol. İçinde O’ndan gayrı bir şey kalmasın. Kalp, Cenab-ı Hak’kın nazargâhıdır. “Ben Arş’a Kürs’e sığmam. Mü’min kulumun kalbine sığarım.” buyuruluyor. Herkese iyilik yap. Fenalık görsen bile. Ne sen kimseden incin. Ne kimse senden incinsin. Sen her şeyden evvel kendi kendine dost olacaksın. Kendi kendisiyle dost olan kimse, dünya ile barışık haldedir. Hakiki hürriyet nefsinden kurtulmaktır.
Ben sanırdım âlem içre hiç bana yâr kalmadı
Ben beni terkeyledim, gördüm ki ağyar kalmadı
Söz söylemek dilin gönülle, gönlün de Hak ile olduğu zaman makbuldür. En güzel, en etkili konuşma, hâl dili ile yapılandır. Zararların çoğu kalbin boş olmasından ileri gelir. Yol uzun, ömür kısa... Daimi uyanıklık içinde olmamız gerekiyor. Ağacın suya ihtiyacı olduğu gibi, insanların da nasihate ihtiyacı vardır. Din, nasihattir. Yunus, “Nazar ettim şu dünyaya, kurulmuş tuzağa benzer” der. İhlâslı dost bulursan görüş. Bulamazsan kendi kendinle dost ol. Allah bizi güzel olarak yarattı. Güzel olarak bu imtihan dünyasına gönderdi. Ne olur, bozmasak, kirletmesek, kaybetmesek... Doğduğumuz gibi tertemiz, bembeyaz, Hak’ka göçebilsek. Nefsimizi terbiye edelim ki, güzellikler ortaya çıkabilsin. Bugün varız yarın yokuz. Bu dünya bir konukevi, bizler onun konuklarıyız. Bir süre sonra her şeyi bırakıp gideceğiz. Sorarım sizlere, şu dünya hayatında benimdir diyebileceğimiz neyimiz var? Bir garip yolcudan başka neyiz ki?
Allah insanı “hayır ve şerrin” tam orta noktasında yaratmış bulunuyor. İnsan ya nefsaniyetine boyun eğerek her iki dünyada mutsuz, huzursuz yaşayacak, ya da nefis dizginlerini eline alarak, “Sen O’ndan razı, O senden razı olarak gir cennetime” hitabına muhatap olacaktır. O halde ne bekliyoruz?
|