subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt II                                                                            Sabri Tandoğan

 

Edep

Edep, aklın dışarıdan görünüşüdür. Edep, inceliğin, zarafe­tin, efendiliğin, sevginin, saygının, Hak’ka bağlılığın çiçekleni­şidir. Yunus, “Yaradılanı hoşgör Yaradan’dan ötürü” der. Mahlûkatı sevmek ve hürmet eylemek lâzımdır. Her yaratıl­mışın, bir nedeni, bir hikmeti vardır. Akrepler, yılanlar bile bir hikmete dayanılarak yaratılmıştır. Bir Fransız bilgini, mutekit, saygılı bir insanmış. Kendi inancının gereklerini harfiyen yerine getirirmiş. Yalnız farelerden çok iğrenir, tiksinir, arada sırada “Yarabbi, her şey iyi, güzel, yerinde ama bu pis mahlukları ne­den yarattın, ne gereği vardı” diye söylenirmiş. Bir gün rüya­sında çok yaşlı, nur yüzlü bir zâtı görüyor. Evlâdım diyor, sen fareler hakkında bilimsel bir inceleme yap. Göreceksin, düşün­celerin değişecek. Allah sebepsiz hiçbir şey yaratmaz. Her zer­renin ayrı bir yaratılış nedeni vardır, Biz onu gereksiz, lüzum­suz, pis, tiksindirici buluyorsak, hiç şüphen olmasın, bu bizim noksanımızdandır. Bizim bugünkü bilgimizin yetersizliğindendir. Çalış yavrum, gayret et. Işık gelince karanlık gider.

Fransız bilgininin uzun yıllar süren çalışmalarının sonucu çok ilginç çıkıyor; anlıyor ki fare olmazsa tabiat âlemindeki dü­zende bir aksama olacak. Bunu yazdığı büyük bir eserle bilim âlemine sunuyor. Her ne ki yaratılmıştır. Bir nedeni vardır. Bir fonksiyonu vardır.

1926 yılına kadar kör bağırsak lüzumsuz, fuzûli, işe yara­mayan bir organ olarak kabul ediliyordu. Bir bilgin, 1926 yılında olaya ışık tuttu. Yaptığı çalışmalar sonunda, bu organdan çıkan bir salgının bağırsakları yumuşattığını, gaitanın dışarı çıkabil­mesi için son derece önemli, hayati bir fonksiyonu olduğunu ispat etti. Kâinatta boş, gereksiz, sebepsiz yaratılmış ne bir in­san, ne bir hayvan, ne bir bitki, ne bir zerre vardır. Her şey son derece ince bir plânla varedilmiştir. Önemli olan hayata, olay­lara, tabiata, insana Yunus’un gözüyle bakabilmektir. “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” der Büyük Yunus... Bu dün­ya gelip geçici güzelliklerin, çirkinliklerin, mutlulukların ve mut­suzlukların yaşandığı acayip, ürpertici, düşündürücü bir âlemdir, insan bu dünyadaki olayları yaşarken daima bunların geçici ol­duğunu hatırlamalıdır. İlâhi öze doğru olgunlaşmaya çalışma­lıdır. Bir imtihan âlemini yaşarken çevresindeki insanların da kendisi gibi Allah’ın kulu olduklarını bilerek onlara dost gözüyle bakmalı, onlara yardımcı olmaya çalışmalıdır. İnsanların hayır­lısı insana faydalı olandır. Gerçek tevhid inancını yaşayanlar bütün kâinatla dost olurlar. Hayatın en önemli olayı nefis terbi­yesidir. Gerçek mutluluk yaşadığımız bu dünyada, bütün acıla­ra, ıstıraplara, çektiğimiz bütün çilelere rağmen nefsimizi terbiye etmek, olgunlaşmak, Allah’a kavuşmaktır. Yaşamak çok ince bir san’attır. Ancak inananlar, inançlarına göre yaşayanlar, birbir­lerine sabrı ve Hak’kı tavsiye edenler bu san’atta ustalaşa­bilirler. Sabır, kanaat, şükür, rızâ, teslimiyet ve edep olmadan mutlu olacaklarını sananlar, ebedî bir hüsranı yaşayacaklardır. Gerçek ve kalıcı olana ulaşmak için bu dünya bir geçit ve imti­han yeridir. Her çağda insanların uzlaşmaya, anlaşmaya, pay­laşmaya, sevmeye ve sevilmeye ihtiyaçları vardır. İnsan yapı­sında sağlıklı gelişme sevgi ile gerçekleşmektedir.

          Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım

          Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz...


Yunus, “Bir siz dahi sizde görün, benim bende gördü­ğümü” der. Önemli olan gerçekleri kendimizde görebilmek, yakalayabilmektir. İnsan ne olduğunu, ne olmadığını bizzat ken­disi bilir, bilmelidir. Önemli olan dış değil, içtir. Allah “Ben size şahdamarınızdan daha yakınım” buyuruyor. Kâinatı dolduran sayısız güzellikleri görebilmek, hissedebilmek için, sükûn ve sü­kût gereklidir. Söz bizi kendimizden uzaklaştırır. Gevezelik, ger­çeğin yerine kelimeleri koymaktan başka nedir? Hangi söz ger­çeği anlatabilir? Önemli olan “kâl” sahibi değil, “hâl” sahibi ola­bilmektir. Sükût en derin konuşmadır. İnsanın gözü aklı kadar görür. Hakiki imân sahiplerinin sözünden, işinden, işaretinden sakınmak gerek. Çünkü onlar Hak’la konuşur, Hak’la hareket ederler. Küçük bir yüz buruşturması insanı bazen ömür boyu süründürür. Peygamber Efendimiz, içinde Allah zikredilen ev diri, Allah zikrolunmayan ev ölü gibidir, buyuruyor. Halinden memnun olmak, rızâ, şükür, kanaat sahibi olmak en büyük edeptir. Geçen günler mazi olmuştur. Dökülen süte ağlanmaz. Gelecek bilinmiyor. Meçhul. O halde içinde yaşanılan zaman dilimini en güzel değerlendirmek, onun bütün anlarını Allah yo­lunda harcamak en güzel yoldur. Bu dünya darılma pazarı değil dayanma pazarıdır. Allah’ın mahlûkatına hakaret nazarıyla bak­mak çok tehlikelidir. İnsan bir anda tepetaklak oluverir. Unut­mayalım, bu dünya bizim dünyamız değil, Allah’ın dünyasıdır. Kıldığımız namaz bize huzur, sükûn, güzellik vermiyorsa, gidi­şimizi, hâl ve tavrımızı, kazancımızı, iç dünyamızı bir gözden geçirelim. Kendimize çeki düzen verelim. İlâhi mıknatıs her in­sanı kendine çeker, yeter ki biz o liyâkati kazanalım. İç dünyası, haram, günah, riyâ, ikiyüzlülük, dünya hırsı ile dolu bir insanda, çekilme hassası kaybolmuş demektir. Çeşitli hastalıkların, yük­sek tansiyonların, kan bozukluklarının kökeninde Hak’ka râzı olmayışın, iç dünyamızdaki kirliliklerin rolünü hiç düşündük mü acaba? Şeytan Allah’tan uzaklığın simgesidir. Gerçeği bulma ve ona yaklaşma arzusu ilerledikçe gaflet azalır. Dertlerin hepsi dünyaya, onun çeşitli nimetlerine bağlılıktan doğar. Kısmetinde olmayan bir şeyin ardına düşmek büyük bir yüktür. İnsanı azâba götürür. Kimseyi küçük görmemeli, hor gözle bakmamalıdır. İn­san kalbi bir sırça köşk gibidir. Kırılırsa tamiri mümkün olmaz.

          Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil

          Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil.


Der Yunus. Çekilen sıkıntıların hepsinin bir nedeni vardır. Güzel, yumuşak, sakin, efendice bir yaklaşım, birçok sorunu da­ha baştan yarı yarıya halleder. Şikâyet gafletin, nâdanlığın en açık göstergesidir. Kederini içine göm. Derdini kimseye söyle­me. Yan ama tütme. Olacak iş kendiliğinden olur. Sabret. Sabır her şeydir.

Hira mağarasındalar, Resûlullah Efendimiz ve Hazreti Ebu­bekir... Sessizlik ve sükûnet içinde olayların gelişmelerini göz­lüyorlar. Efendim der, Hz. Ebubekir, yorgunsunuz. Müsaade ederseniz dizime başınızı koyun, biraz dinlenin. Efendimiz mü­barek başını koyar ve dalar. Biraz sonra Hz. Ebubekir’in gö­zünden gelen bir damla gözyaşı yüzüne değince uyanır. Se­bebini sorar. Israr eder. Hz. Ebubekir, efendim der, dişim çok ağrıyordu. Dayanamadım. Gözümden yaş geldi. Özür dilerim. Niye önceden haber vermedin der Resûlullah Efendimiz. O büyükler büyüğü, inceler incesi, güzel insan, “Ya Resûlullah, Allah’ı size mi şikâyet edecektim...” der. Şikâyet ikliminden uzaklaşmak, edebe giden yolun ilk adımıdır.

          Kakımak olaydı ger Muhammed de kakırdı

          Vara yoğa kakırsın, sen derviş olamazsın.


Kakımak, malûm, vara yoğa itiraz etmek, münakaşayı itiyat haline getirmek... Münakaşayı sevmek, aklı bel kemiğinde olan­ların harcıdır. Kimselere bir şey kazandırmaz. Zaman kaybet­tirir, sinir sistemini tahrip eder. Sükût en güzel tavır, en güçlü kalkandır.

“Yere göğe sığmam da mü’min kulumun gönlüne sığa­rım” Hadis-i Şerifindeki incelikleri sezmeye çalışalım. Bu işler patırtı gürültü ile, münakaşa ile, tartışma ile olmaz. Mânâ âle­mine bağıra çağıra girilmez. “Ya Musa, nalınlarını çıkar” em­rindeki sırrı çözmek gerekir. Allah’ın yanında kendi kıymetinizi aramayın. Allah’ın sizin yanınızdaki kıymetini arayın, ölçün. O zaman kıymetinizi anlarsınız.

Dünyada herkes gaflette değildir. Gönlü Feyzi İlâhi ve Nûr-u Resûl ile dolmuşlar vardır dünya yüzünde. Onlar yeryüzünün dengesidir. Bir Allah dostu bul da kendine ayna yap. Resûlullah Efendimiz, “Mü’min mü’minin aynasıdır” buyuruyor. Ne diler­se öyle iş gören Allah’a kendini teslim et, o anda rızâ yoluna girersin. Yaşadığımız günlerin, saatlerin, dakikaların kıymetini bilelim. Biz bu dünyaya, yiyip içmeye, gülüp eğlenmeye, göbek atmaya, keyif çatmaya gelmedik. Bir sınavlar dünyasındayız. Unutmayalım. Ne ekersek onu biçeceğiz. Dünya ahiretin tarla­sıdır. Hayatta iken verdiğin bir hurma, senden sonra ruhun için verilecek yüz miskal altından daha hayırlıdır. İmkânlarım yok deme. Herkes bir şey verebilir. Veren el, alan elden hayırlıdır. Hiçbir şeyin yoksa, bir tebessümün de mi yok... Bazen bir te­bessüm, sımsıcak bir selâm, bir insanı intihardan döndürebilir, ona tahammül gücü, sabır, yaşama sevinci verebilir. Yazık o insana ki, içindeki imân ateşi sönmüştür. Kâbe’de doğup, put­hanede ölmüştür. Dili ile öğüt verene uyma. Fiili ile öğüt verene uy. Duvara dayanma yıkılır. Ağaca dayanma kurur. İnsana da­yanma ölür. Allah’a dayanan ne yıkılır, ne kurur, ne ölür. Vic­danı ferahlandıran şey sevaptır, içi kemiren şey günahtır.

Nefsin terbiyesi, her edebin esasıdır, temelidir. Bu tam ol­madıkça diğer edepler gösterişten, riyâdan ibaret kalır. Kendi kusurlarımızı, kendi ayıbımızı görmek, başkasının ayıbını gör­meye perde olmalıdır. İnsan, kendi kusurunu düzeltmedikten sonra diğerlerinin kusurlarını söylemeye ne hakkı, ne de selâ­hiyeti olabilir. Edepli olmaya niyet eden insan, evvelâ kendini arı, duru, içi güzel, dışı güzel bir kimse haline getirmeye gayret etmelidir.

Yakını bırakıp uzağa gitmeyelim. Kendimizi düzeltelim. Her­kes düzelir. Allah dostlarının boyası ile boyanmak, halleriyle hallenmek en güzel yoldur. Malayâniyi terk, hatalarına halisane tövbe, kul haklarını edâ etmek kalbi Hak muhabbetiyle doldurur. Az konuşmak edeptendir. Lüzumsuz söz söylemektense sükût etmek insanlık vakarına daha uygundur. “Sükût olsun sana tevhid” ilkesini günlük hayatında uygulayanlar, çok şey kaza­nırlar. Diline hâkim olamayanlar, zamanın kendilerine neler ha­zırladığını nereden bilecekler...Yerinde sükût etmeyi bilmek söz söylemekten daha önemlidir. Sükût ahlâkın başıdır. Kemâlin, kelâmının altındadır. Bir zata sormuşlar, nefsini en ziyade mu­hafaza eden kimdir? Cevap vermiş, lisânını en ziyade muhafaza eden... Hikmetsiz, lüzumsuz, faidesiz sözde nedâmet, sükûtta ise selâmet vardır. Başkalarının kusurunu araştıranın kendi ku­surları araştırılır. Başkasının ayıbını arayan kendi ayıbını arat­tırmış olur. Gıybet edenlerle dinleyenler günahta beraberdirler. Gıybetin bir kısmı zinâdan şiddetlidir. Din kardeşini ayıp şey­lerden biriyle ayıplayan kimse, o ayıbı bizzat kendisi yapma­dıkça ölmez. Kim bir müslüman kardeşinin kusurunu örterse, kıyamet gününde onun da kusuru örtülür. Kim bir müslüman kardeşinin gam ve kederini giderirse, Allah da kıyamet gününde o kimsenin gam ve kederini giderir. Bir hadis-i şerifte, “Ya hayır söyle, ya sükût eyle” buyuruluyor. Bir bu hadisi günlük haya­tında, ev ve iş hayatında uygulayanlar, bilgiden yaşantıya dö­nüştürebilenler için fetihler vardır. O kimsenin hayatına renk, ışık ve güzellik gelir.

İnsanoğlu yalanın ne kadar zararlı olduğunu, bir tek yalanın dahi onun iç dünyasını ne kadar kararttığını, sinir sistemini ne kadar sarstığını bilse, hiç tevessül eder miydi? Yalanın onun rız­kının bereketini azalttığını bilse, hiç teşebbüs eder miydi? Pey­gamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde “Yalandan hazer ediniz. Zira yalan ile imân bir arada bulunamaz.” buyuruyor. Mü’mi­ne yalan yakışmaz. İnsanların başına gelenlerin çoğu dilin­dendir. Dili korumak gerekiyor. Her duyduğu sözü söylemek in­sana günah cihetinden kâfidir.

Sükût âlimin süsü, cahilin örtüsüdür. Birbirine dargın, kırgın iki kimsenin arasını düzeltmek, insana şehitlik sevabı kazan­dırır. Günahından tövbe eden ve bir daha onu hiç işlemeyen, günahı işlememiş gibi olur. Tövbe karanlıktan aydınlığa çıkıştır. Tövbe, şerden hayra dönüştür, günahtan sevaba geçiştir. Töv­be en güzel yıkanış, temizleniş, arı duru tertemiz oluştur. Alçak gönüllü, mütevâzı, edepli, ince ruhlu olanları Allah yükseltir. Zıt­lar, birbirinden kaçar. Işık gelince karanlık gider. Her zerrede bir nur, her katrede bir zuhur vardır. Kalbin gıdası Allah muhab­betidir. Doğruluk sevgiye, sevgi de kaynaşmaya götürür, insan ne düşünüyorsa odur. Eğer düşündüğün gül ise, sen bir gül bahçesisin. Hangi kapıyı çalarsan o açılır. İlâhi aşk kapısını çal ki seni güller karşılasın. Mutluluk, ömür sermayesini Allah’a vus­lat için aşkla, heyecanla harcayabilmektir. Gönül sâfiyeti ile dü­şünce kemâli paralel giderler. İslâmiyet öyle bir güneş ki, her gün yeniden doğar. Sen kendi kendinin sığınağısın. Güçlü ol. Güçlülüğe giden yol, sadelik, tevâzu, efendilik, yalnızlık, azla yetinmek, sabır, şükür ve kanâatten geçer. Çevremde güneş yok diye ne diye yakınıyorsun. Sen kendin güneş ol. Baş­kalarına ışık ver. Asıl güçlü olanlar her şeye rağmen ışığı bu­lanlar ve yaşayanlardır. Gelin dostlar, bizler nefret eden in­sanların arasında sevgi ve sevinç içinde yaşayanlardan olalım. Unutmayalım, bu dünya darılma pazarı değil, dayanma pa­zarıdır.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]