Hamd ve Şükür
Yıllarca önceydi. Bir Allah dostunu ziyarete gitmiştim. Hatırını sordum. Annesinin hasta olduğunu, hastahanede yattığını söyledi. Biraz sohbet ettik. Sonra muhterem vâlideyi ziyarete gittik, incecikti. Yatakta yatıyordu. Yüzü nur gibi olmuş... Bizi görünce doğrulmak için çaba harcadı. Hemen koştuk. Elini öptük. Hatırını sorduk. Biliyor musunuz dedi. İçim ne istiyor. Cambaz olmak isterdim. Allah Allah. Tuhafımıza gitti. Yaşlı, nur yüzlü, hanımefendi bir insan cambaz olmak istiyordu. Herhalde bir nedeni vardı. Anlayamamıştık. Güldü, izah etti... Bu ayaklarım benim yıllarca bedenimi taşıdı. En yorgun zamanlarımda bile ses çıkarmadı. Beni müşkül durumda bırakmadı. Eğer cambaz olsaydım, eğilir, ayağımın altını öper, ona olan şükran borcumu belirtmek isterdim.
Bu sözler beni çok etkiledi. Yıllardır unutamadım. Medenî bir insan, gördüğü en küçük bir iyiliğe, yakınlığa, ilgiye karşı bile ömür boyu borçlu olmalıdır. Hayat, yaşamak, varolmak, biraz sevgi, biraz saygı, biraz ilgiden başka nedir? Hepimizin beklediği, özlediği bu değil midir? Bir yerde bize direnme gücü veren, bizi ayakta tutan, yaşama sevinci veren insanlara teşekkür borçlu değil miyiz? Bütün bunlar bize Allah’ın lütfu değil midir? İşte burada karşımıza hamd ve şükür çıkıyor. Hamd kelimesi Arapçadır. Mânâsı hiçbir dilde yoktur. Hiçbir dile çevrilemez. Bugüne kadar kimse teşekkür kelimesine karşılık bulamadı. Hamd yalnız Allah’a mahsustur ve yalnız ona yapılır. İnsanlık hamdı Resûlullah Efendimizden öğrendi. Hamdetmek Allah’a karşı teşekkür etmektir. Hamddan uzak olanlar, aslını bilmeyenlerdir. Nereden gelip, nereye gideceğinden, rızkımızı kimin verdiğinden haberi olmayanlardır onlar. Fatiha onunla başlar. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdederim. Errahmanirrahim, dünya âleminde bütün yaratılmışlara rahim, şefik, yakın, yardımcı olan, âhiret âleminde yalnız inananlara Rahman olan Allah demektir. Bunları hakkıyla idrâk edip, iç dünyalarında yaşayanlar, ne kadar hamdetseler yine de az olduğunun bilincinde olanlardır.
Şükür, görülen nimete karşı kadirşinaslıktır. Şükür bütün mahlûkata haberi olsun olmasın Allah tarafından öğretilmiştir. Yağmurla beraber yaprakların ve çiçeklerin pırıl pırıl olması, su içen kuşun kuyruğunu sallaması, karnı doyan bir insanın tebessüm ederek oh demesi şükürdür. Ama kimi bilerek yapar, kimi bilmeyerek... Herhalde insan olarak yaratılana düşen her an, her vesile ile şükür içinde olmaktır. Ne yaparsak yapalım, yine de Rabbimizin verdiği nimetlere tam şükür etmiş olamayız. İnsanoğlu gerek Allah’a, gerek yapılan iyiliklere vesile olan insanlara teşekkür etmesini bilmelidir. Teşekkür kelimesinde insana huzur veren, mutluluk veren, kelimelerle izahı mümkün olmayan bir sır vardır. Bir ruh hekimini tanıdım. Gelen hastalarına, günde yüz kere teşekkür edecek vesileler bulun, içten, yürekten teşekkür edin diyordu. Konuştuk, sohbet ettik. Sebebini sordum. Bunu yapabilen bütün hastalarında gözle görülür bir iyilik müşahede ettiğini söyledi. Bir insana teşekkür etmek, sizin vasıta olmanız dolayısıyla sizin kanalınızdan Allah’a şükrederim demektir. Bunun ecri de sizin olsun demektir. İnsanda tecelli eden iyiliklerin ve güzelliklerin hepsinin aslını, nereden geldiğini bilmek, öğrenmek durumundayız. “Söyleyene bakma, söyletene bak” derler. “Çekil aradan, kalsın Yaradan” sözü ne kadar anlamlıdır. Teşekkür kelimesinde bir dua gizlidir. Teşekkürü gerektiren fiili yapana biz “bu iyilikleri, bu güzellikleri onda dâim kıl Allah’ım, diye aynı zamanda duâ etmiş oluyoruz. Allah bütün işlerinde sana hayırlar ihsan etsin diyoruz, teşekkür etmekle. Onda gözle görülemeyen, kelimelerle tarif ve izâh edilemeyen bir sır var, insanı ürpertiyor.
Eğer bugün fert olarak ve toplum olarak huzursuzsak, mutluluk bizim için sadece bir kelimeden başka bir şey değilse, insanlar içkiye, sigaraya, uyuşturucuya, kumara, lükse, konfora bu kadar battılar, israf içinde yüzüyorlarsa, bütün bunlar şükürsüzlük ve hamdsızlığın doğal sonuçlarından ortaya çıkmaktadır.
Kim ne derse desin, ne söylerse söylesin, hamdetmeyen, şükretmeyen, nankörlük eden insanlar bir yere gelemezler. Bir süre sonra ellerindekilerini de kaybederler. Kendini düzeltmek isteyen insan işe önce şükürle, hamdla başlar. İnsan en güzel surette yaratılmıştır. Kendi kendini zedeleme, örseleme. “Hoşça bak zâtına kim, zübde-i âlemsin sen” diyor Şeyh Gâlip. Dikkatli ol, uyanık ol, Allah’ın yarattığı şeylerde Allah’ın kudretini görmeye çalış. Kâinatta yaratılan her zerrede bir incelik, bir güzellik, bir mükemmellik vardır. Görmeye çalış. Kâinattaki ilâhi senfoniyi duymaya çalış. Durmadan, aksamadan, şaşmadan her şey Allah’ı tesbih ediyor. Allah ile insan arasındaki köprü sevgidir, şefkattir, tebessümdür, hayırdır, iyiliktir. İnsan bu dünyaya cemâl ile gelir. Cemâl ile cemâle kavuşur. Cemâl, iç ve dış güzelliktir. Allah cemildir, cemâli sever. İnsanın cemâli de sözünün güzelliğidir. Kimseye düşman gözüyle bakma. Hatalı da olsa o da insandır. İnsan yaptığı iyilikler, güzellikler ve hayırlarla cemâle kavuşur. Her an Allah ile beraber olmak, namaz-ı daimûn içinde olmak insanın elindedir. Sende gizli olan malzeme ile kendini bul. “Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisindeki inceliği sezmeye çalış. Kur’an-ı Kerimde Cenab-ı Hak, “Ben size şahdamarınızdan daha yakınım” buyuruyor. Çok düşünmek gerek. “Bana bir adım gelene, ben on adım yanaşırım.” “Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım.” Bu iç içelikdeki sırları düşün. Duymaya çalış. Bunda fetihler vardır. En büyük zikir, Allah’ın zikridir. İnsan bir mekândır, aslı lâmekândır. İnsanın rengini, gerçek hüviyetini içinden okumak lâzımdır. Renk, koku, tat, meyve, ağaç ufacık bir tohumda gizlidir. Gönül gözü açılınca her şey bir anlam, güzellik kazanır. Şükür, hamd, sabır, kanâat, teslimiyet bizi bu güzellikleri görmeye götürür. İnsanlar arasında en sevilmeyen hususlardan biri, nankörlüktür. Nankör, Allah’ın verdiği sayısız maddî ve manevî nimetleri görmeyen, aldırmayan, şükretmeyen insan demektir.
Şükretmeyi ruh ezelden bilir. Allah yarattıklarına hamdı öğretmek için Resûl göndermiştir. Hamd sonradan öğretilmiştir. Hamd onu tanıtan, yalvarma edebini öğreten Resûlden Allah’a çevrilir. Şükrün ifadesinde tekrarının, devamının, fazlalaşmasının isteği gizlidir. Hamdda “fazlasını istemem, bu kadar yeter, beni bu halime bırakın” muradı vardır. Hamd ile azaptan ve cehennemden kurtulunur. Şükür ile cennete girilir. Dünyadaki hamdı iyice öğrenmeden örselememelidir, şükürde kalmalıdır. Çok ince haller vardır. Hamdın yeri ayrı, şükrün yeri ayrıdır. Hamdın ifadesi rızâ, tahammül ve sabırdır. Şükrün ifadesi edep, incelik ve zarafet içinde emirlere, tecellilere itâattir. Şer dediğimiz hamddan uzak oluşun sonucunda ortaya çıkan durumdur. Hamd edene şer gelmez. Kanâat ve sabır zırhına bürünene şeytan yaklaşamaz. Resûlde fâni olmak budur. O zaman korku da olmaz. Zira, kendisi rızâda erimiştir. Bütün yasaklar, emirler, nehiler, haramlar ruhun aslî vatanına tertemiz, kirlenmeden, lekelenmeden dönmesi içindir. “Sen O’ndan razı, O senden razı olarak dön Rabbine” Ayet-i kerimesi hepimiz için, bütün insanlar için ne güzel bir hedef, bir ideal, bir aşktır. Allah cümlemize nasibetsin... Emirleri hakkıyla yerine getirmeden Allah’tan bir şey istememek hayâdır. Esmalar, kuldaki tecellilerine göre tezâhür ederler. Hangi esma daha çok tecelli ederse, o kul, o şekilde bir insan olur. Ya Rahim esmasının mazharı olmak için o kimsenin yaşantısı içinde rahim ve şefik olması lâzımdır. Bütün mevcudâta rahim ve şefik olmayan kimseye bu esmanın yardımı olmaz. Cemâlde eriyen cemâlli olur. Hâl sahibi insanlarla beraber sohbet ederken bunun için mutlu oluruz. Huzurlu oluruz. Bütün sıkıntılarımızı, dertlerimizi unuturuz. İnsanı mutmaine mertebesine çıkaran temiz ahlâkıdır, çıkana kadar aklı ile kavga halindedir. İbâdet insanı olgunlaştıran, yükselten, güzelleştiren en büyük etkendir. İhsânı ve keremi de ibâdete arkadaş etmek gerekir. İhsân ve kereme kavuşamayan insan Allah’ın güzel kulları arasına giremez. Kötü söz yabani ota benzer. Sulamadan da biter. İyi söz çiçek gibidir. İtina ile bakılmak ister.
Biz sahip olduklarımızı çok seyrek ama sahip olmadıklarımızı her zaman düşünürüz. Şükretmeyi unuttuğumuz için bedbin ve karamsar oluyoruz. Düşünmek ve şükretmeyi itiyat haline getirmek ne güzeldir.
İşit Niyazi’nin sözünü bir nesne örtmez Hak yüzünü
Haktan ayrı bir nesne yok gözsüzlere pinhan imiş
Hayret makamı aşk ve irfan makamıdır. Hz. Muhammed, “Rabbim, bende sana ait olan hayreti çoğalt” buyurmuştur. Gönül aynası paslı ise, düşünce saçmalar durur. Ancak temizlenirse, cilâlanırsa her şeyin özünü, anlamını, amacını anlayabilir. İçinde yaşadığımız madde dünyası sınırlıdır. Gönül aynasının sınırı yoktur. O hiçbir yere sığmaz ama her şeyi içine alır. Mânâ yolunda yürürken, ürkmemek, sabırsızlık göstermemek gerekir. En uzun yolculuk ilk adımla başlar. Avuç avuç topraklarla koca dağlar eritilir. Vehbi Koç’a sormuşlar. Bu kadar paraya nasıl kavuştun? İlk lirayı kazanmakla, demiş. Büyük bir iş başarmak isteyen, işe küçükle başlamalıdır. Yüreğini koymalıdır. Bize düşen, âlem âyinesinde Hak’kı müşahede etmektir. Allah kimseye tâkat getirmeyeceği şeyleri yüklemez. Bu âlemde her zerre bizi irşâd edebilir. Yeter ki o şeyin ikazından ders alabilelim. Aman gecikmeyelim. Dem bu demdir. Testilerimizi sular akarken dolduralım.
|