subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt II                                                                            Sabri Tandoğan

 

Hamd ve Şükür

Yıllarca önceydi. Bir Allah dostunu ziyarete gitmiştim. Hatı­rını sordum. Annesinin hasta olduğunu, hastahanede yattığını söyledi. Biraz sohbet ettik. Sonra muhterem vâlideyi ziyarete gittik, incecikti. Yatakta yatıyordu. Yüzü nur gibi olmuş... Bizi gö­rünce doğrulmak için çaba harcadı. Hemen koştuk. Elini öptük. Hatırını sorduk. Biliyor musunuz dedi. İçim ne istiyor. Cambaz olmak isterdim. Allah Allah. Tuhafımıza gitti. Yaşlı, nur yüzlü, hanımefendi bir insan cambaz olmak istiyordu. Herhalde bir ne­deni vardı. Anlayamamıştık. Güldü, izah etti... Bu ayaklarım be­nim yıllarca bedenimi taşıdı. En yorgun zamanlarımda bile ses çıkarmadı. Beni müşkül durumda bırakmadı. Eğer cambaz ol­saydım, eğilir, ayağımın altını öper, ona olan şükran borcumu belirtmek isterdim.

Bu sözler beni çok etkiledi. Yıllardır unutamadım. Medenî bir insan, gördüğü en küçük bir iyiliğe, yakınlığa, ilgiye karşı bile ömür boyu borçlu olmalıdır. Hayat, yaşamak, varolmak, biraz sevgi, biraz saygı, biraz ilgiden başka nedir? Hepimizin bek­lediği, özlediği bu değil midir? Bir yerde bize direnme gücü ve­ren, bizi ayakta tutan, yaşama sevinci veren insanlara teşekkür borçlu değil miyiz? Bütün bunlar bize Allah’ın lütfu değil midir? İşte burada karşımıza hamd ve şükür çıkıyor. Hamd kelimesi Arapçadır. Mânâsı hiçbir dilde yoktur. Hiçbir dile çevrilemez. Bugüne kadar kimse teşekkür kelimesine karşılık bulamadı. Hamd yalnız Allah’a mahsustur ve yalnız ona yapılır. İnsanlık hamdı Resûlullah Efendimizden öğrendi. Hamdetmek Allah’a karşı teşekkür etmektir. Hamddan uzak olanlar, aslını bilme­yenlerdir. Nereden gelip, nereye gideceğinden, rızkımızı kimin verdiğinden haberi olmayanlardır onlar. Fatiha onunla başlar. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdederim. Errahmanirrahim, dünya âleminde bütün yaratılmışlara rahim, şefik, yakın, yar­dımcı olan, âhiret âleminde yalnız inananlara Rahman olan Allah demektir. Bunları hakkıyla idrâk edip, iç dünyalarında ya­şayanlar, ne kadar hamdetseler yine de az olduğunun bilincinde olanlardır.

Şükür, görülen nimete karşı kadirşinaslıktır. Şükür bütün mahlûkata haberi olsun olmasın Allah tarafından öğretilmiştir. Yağmurla beraber yaprakların ve çiçeklerin pırıl pırıl olması, su içen kuşun kuyruğunu sallaması, karnı doyan bir insanın te­bessüm ederek oh demesi şükürdür. Ama kimi bilerek yapar, kimi bilmeyerek... Herhalde insan olarak yaratılana düşen her an, her vesile ile şükür içinde olmaktır. Ne yaparsak yapalım, yine de Rabbimizin verdiği nimetlere tam şükür etmiş olamayız. İnsanoğlu gerek Allah’a, gerek yapılan iyiliklere vesile olan in­sanlara teşekkür etmesini bilmelidir. Teşekkür kelimesinde insa­na huzur veren, mutluluk veren, kelimelerle izahı mümkün olma­yan bir sır vardır. Bir ruh hekimini tanıdım. Gelen hastalarına, günde yüz kere teşekkür edecek vesileler bulun, içten, yürekten teşekkür edin diyordu. Konuştuk, sohbet ettik. Sebebini sordum. Bunu yapabilen bütün hastalarında gözle görülür bir iyilik mü­şahede ettiğini söyledi. Bir insana teşekkür etmek, sizin vasıta olmanız dolayısıyla sizin kanalınızdan Allah’a şükrederim de­mektir. Bunun ecri de sizin olsun demektir. İnsanda tecelli eden iyiliklerin ve güzelliklerin hepsinin aslını, nereden geldiğini bil­mek, öğrenmek durumundayız. “Söyleyene bakma, söyletene bak” derler. “Çekil aradan, kalsın Yaradan” sözü ne kadar anlamlıdır. Teşekkür kelimesinde bir dua gizlidir. Teşekkürü ge­rektiren fiili yapana biz “bu iyilikleri, bu güzellikleri onda dâim kıl Allah’ım, diye aynı zamanda duâ etmiş oluyoruz. Allah bütün iş­lerinde sana hayırlar ihsan etsin diyoruz, teşekkür etmekle. On­da gözle görülemeyen, kelimelerle tarif ve izâh edilemeyen bir sır var, insanı ürpertiyor.

Eğer bugün fert olarak ve toplum olarak huzursuzsak, mut­luluk bizim için sadece bir kelimeden başka bir şey değilse, insanlar içkiye, sigaraya, uyuşturucuya, kumara, lükse, konfora bu kadar battılar, israf içinde yüzüyorlarsa, bütün bunlar şü­kürsüzlük ve hamdsızlığın doğal sonuçlarından ortaya çıkmak­tadır.

Kim ne derse desin, ne söylerse söylesin, hamdetmeyen, şükretmeyen, nankörlük eden insanlar bir yere gelemezler. Bir süre sonra ellerindekilerini de kaybederler. Kendini düzeltmek isteyen insan işe önce şükürle, hamdla başlar. İnsan en güzel surette yaratılmıştır. Kendi kendini zedeleme, örseleme. “Hoş­ça bak zâtına kim, zübde-i âlemsin sen” diyor Şeyh Gâlip. Dikkatli ol, uyanık ol, Allah’ın yarattığı şeylerde Allah’ın kudretini görmeye çalış. Kâinatta yaratılan her zerrede bir incelik, bir gü­zellik, bir mükemmellik vardır. Görmeye çalış. Kâinattaki ilâhi senfoniyi duymaya çalış. Durmadan, aksamadan, şaşmadan her şey Allah’ı tesbih ediyor. Allah ile insan arasındaki köprü sevgidir, şefkattir, tebessümdür, hayırdır, iyiliktir. İnsan bu dün­yaya cemâl ile gelir. Cemâl ile cemâle kavuşur. Cemâl, iç ve dış güzelliktir. Allah cemildir, cemâli sever. İnsanın cemâli de sözü­nün güzelliğidir. Kimseye düşman gözüyle bakma. Hatalı da olsa o da insandır. İnsan yaptığı iyilikler, güzellikler ve hayırlarla cemâle kavuşur. Her an Allah ile beraber olmak, namaz-ı dai­mûn içinde olmak insanın elindedir. Sende gizli olan malzeme ile kendini bul. “Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisindeki inceliği sezmeye çalış. Kur’an-ı Kerimde Cenab-ı Hak, “Ben size şah­damarınızdan daha yakınım” buyuruyor. Çok düşünmek ge­rek. “Bana bir adım gelene, ben on adım yanaşırım.” “Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım.” Bu iç içelikdeki sırları düşün. Duymaya çalış. Bunda fetihler vardır. En büyük zikir, Allah’ın zikridir. İnsan bir mekândır, aslı lâmekândır. İnsanın rengini, gerçek hüviyetini içinden okumak lâzımdır. Renk, koku, tat, meyve, ağaç ufacık bir tohumda gizlidir. Gönül gözü açılınca her şey bir anlam, güzellik kazanır. Şükür, hamd, sabır, kanâat, teslimiyet bizi bu güzellikleri görmeye götürür. İnsanlar arasında en sevilmeyen hususlardan biri, nankörlüktür. Nankör, Allah’ın verdiği sayısız maddî ve manevî nimetleri görmeyen, aldır­mayan, şükretmeyen insan demektir.

Şükretmeyi ruh ezelden bilir. Allah yarattıklarına hamdı öğ­retmek için Resûl göndermiştir. Hamd sonradan öğretilmiştir. Hamd onu tanıtan, yalvarma edebini öğreten Resûlden Allah’a çevrilir. Şükrün ifadesinde tekrarının, devamının, fazlalaşma­sının isteği gizlidir. Hamdda “fazlasını istemem, bu kadar yeter, beni bu halime bırakın” muradı vardır. Hamd ile azaptan ve cehennemden kurtulunur. Şükür ile cennete girilir. Dünyadaki hamdı iyice öğrenmeden örselememelidir, şükürde kalmalıdır. Çok ince haller vardır. Hamdın yeri ayrı, şükrün yeri ayrıdır. Hamdın ifadesi rızâ, tahammül ve sabırdır. Şükrün ifadesi edep, incelik ve zarafet içinde emirlere, tecellilere itâattir. Şer dedi­ğimiz hamddan uzak oluşun sonucunda ortaya çıkan durumdur. Hamd edene şer gelmez. Kanâat ve sabır zırhına bürünene şeytan yaklaşamaz. Resûlde fâni olmak budur. O zaman korku da olmaz. Zira, kendisi rızâda erimiştir. Bütün yasaklar, emirler, nehiler, haramlar ruhun aslî vatanına tertemiz, kirlenmeden, lekelenmeden dönmesi içindir. “Sen O’ndan razı, O senden razı olarak dön Rabbine” Ayet-i kerimesi hepimiz için, bütün insanlar için ne güzel bir hedef, bir ideal, bir aşktır. Allah cümlemize nasibetsin... Emirleri hakkıyla yerine getirmeden Allah’tan bir şey istememek hayâdır. Esmalar, kuldaki tecel­lilerine göre tezâhür ederler. Hangi esma daha çok tecelli eder­se, o kul, o şekilde bir insan olur. Ya Rahim esmasının mazharı olmak için o kimsenin yaşantısı içinde rahim ve şefik olması lâzımdır. Bütün mevcudâta rahim ve şefik olmayan kimseye bu esmanın yardımı olmaz. Cemâlde eriyen cemâlli olur. Hâl sahibi insanlarla beraber sohbet ederken bunun için mutlu oluruz. Huzurlu oluruz. Bütün sıkıntılarımızı, dertlerimizi unuturuz. İnsa­nı mutmaine mertebesine çıkaran temiz ahlâkıdır, çıkana kadar aklı ile kavga halindedir. İbâdet insanı olgunlaştıran, yükselten, güzelleştiren en büyük etkendir. İhsânı ve keremi de ibâdete arkadaş etmek gerekir. İhsân ve kereme kavuşamayan insan Allah’ın güzel kulları arasına giremez. Kötü söz yabani ota ben­zer. Sulamadan da biter. İyi söz çiçek gibidir. İtina ile bakılmak ister.

Biz sahip olduklarımızı çok seyrek ama sahip olmadık­larımızı her zaman düşünürüz. Şükretmeyi unuttuğumuz için bedbin ve karamsar oluyoruz. Düşünmek ve şükretmeyi itiyat haline getirmek ne güzeldir.

          İşit Niyazi’nin sözünü bir nesne örtmez Hak yüzünü

          Haktan ayrı bir nesne yok gözsüzlere pinhan imiş


Hayret makamı aşk ve irfan makamıdır. Hz. Muhammed, “Rabbim, bende sana ait olan hayreti çoğalt” buyurmuştur. Gönül aynası paslı ise, düşünce saçmalar durur. Ancak temiz­lenirse, cilâlanırsa her şeyin özünü, anlamını, amacını anla­yabilir. İçinde yaşadığımız madde dünyası sınırlıdır. Gönül ay­nasının sınırı yoktur. O hiçbir yere sığmaz ama her şeyi içine alır. Mânâ yolunda yürürken, ürkmemek, sabırsızlık gösterme­mek gerekir. En uzun yolculuk ilk adımla başlar. Avuç avuç topraklarla koca dağlar eritilir. Vehbi Koç’a sormuşlar. Bu kadar paraya nasıl kavuştun? İlk lirayı kazanmakla, demiş. Büyük bir iş başarmak isteyen, işe küçükle başlamalıdır. Yüreğini koyma­lıdır. Bize düşen, âlem âyinesinde Hak’kı müşahede etmektir. Allah kimseye tâkat getirmeyeceği şeyleri yüklemez. Bu âlemde her zerre bizi irşâd edebilir. Yeter ki o şeyin ikazından ders ala­bilelim. Aman gecikmeyelim. Dem bu demdir. Testilerimizi sular akarken dolduralım.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]