subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt II                                                                            Sabri Tandoğan

 

Duygu Eğitimi

Uzun yıllar önceydi, Fransız Kültür Merkezinde bir film sey­retmiştim. Kısa metrajlı filmler yarışmasında birinciliği kazan­mıştı. Filmin kahramanı yalnız yaşayan bir genç kızdı. Paris’te oturuyordu. Kimsesi yoktu. Ailesini İkinci Dünya Savaşında bir bombardımanda kaybetmişti. Bir oda, bir mutfak, küçük daire­sinde yaşıyor, bir şirkette muhasebeci olarak çalışıyordu. Bir gün usanır, işiyle evi arasında gidip gelmekten, intihar etmeye karar verir. Çareler arar. Kesin bir yöntem bulmaktır amacı. Kendini Saint nehrine atmaya karar verir. Ayağına büyük bir taş bağlayarak, nehrin sularında boğulacaktır. Vasiyetnamesini ya­zar. “Ölümümden kimse sorumlu değildir. Yaşama gücümü yitir­dim. Artık yaşamak istemiyorum, der.

Evden çıkar, kestirme bir yoldan nehre doğru gider. Yolda bir saksı görür. Birisi atmıştır. İçinde bir merak uyanır. Acaba der, canlı mı, kurudu mu? Küçük saksıyı eline alır, evirir çevirir. Bir türlü karar veremez. Birden aklından bir düşünce geçer. Gi­deyim bu saksının toprağını değiştireyim, der. Sulayayım, biraz gübre koyayım, iyileşsin, çiçek açsın, ondan sonra intihar ede­yim.

Gider, dediklerini yapar, beklemeye koyulur. Gördüğü ilgi çiçeğe hayat verir. Ümitlenir, sevinir kızcağız. Gittiği her yere çi­çeği beraberinde götürmeye başlar. Yanından ayırmaz. Ona bü­yük bir sevgiyle bağlanır. Bakımını yapar. Bir sabah kalktığında çiçek açtığını görür. Nefis bir kırmızı... Güneş vurmuştur, heye­canlanır. Mutluluk gözyaşları döker. Sonra kalkar başucundaki “Ölümümden kimse sorumlu değildir” yazısını alır yırtar. Ben aptal mıyım der, çiçeğini öper. Film biter.

Nice yıllar geçti aradan. Ama unutamadım. Sık sık hatırlar, dostlarıma anlatırım. Bazen hayatta bir saksı çiçek bile insana nice umutlar, yaşama sevinci verebiliyor. İnsanı hayata bağla­yabiliyor. Cahit Sıtkı “Sevmek devam eden en güzel huyum” der. Güzellik evrenin altın anahtarıdır.

Işık gelince karanlık gider. Güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayatından zevk alır. Kalbe güzelliğin, sevginin, iyiliğin nuru girince o kalp açılır, ferahlar. Güzel huylu insanlarla dost olmak insanı Allah’a yaklaştırır. Mevlânâ “Ey müslüman sen güzellik Yusuf’usun. Bu âlem de kuyudur. Seni kurtaracak ip de sabır ve teslimiyettir. Gâfil olma. Vakit geçmek üze­redir.” buyuruyor. Güzellerin en güzeli, güzel ahlâktır. Sade bil­gi yetmez insana. Duyguların da eğitilmesi gerekir. İnsanı hayat yolunda mutlu veya mutsuz eden olaylar, o insanın kendi içinde bir düzen, bir âhenk, bir güzellik kurup kurmamasına bağlıdır. İç dünyasında güzelliği bulamayan insan onu hiçbir yerde yaka­layamaz. Boş yere çırpınır durur. Bir kaos manzarası gösteren duygu ve düşüncelere çeki düzen vermek, insanın iç huzuruna kavuşması için zorunludur.

Dıştan bakınca mutlu olmaları gerekirken, birçok şeye sahip pek çok insan, içlerinde bir nizâm, bir âhenk, bir güzellik kura­madıkları için mutsuz, huzursuz olurlar ve sıkıntılar, bunalımlar içinde yuvarlanıp giderler. Yunus böyleleri için, “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı” der. Gerçeğe giden yol önce duygulardan geçer, Duygularını eğitmemiş insanlardan siz hiç olgun, kâmil, içi güzel, dışı güzel insanlar çıktığını gördünüz mü? İnsan ruhun gölgesidir. Hayatın zorlukları, ruhun yüksel­mesini sağlayan basamaklardır.

Basit kulübesinde, sade ve mütevâzı yaşamı içinde, kendi kendisi olarak yaşayan bir insan, çok defa muhteşem sarayında saltanat süren bir kimseden daha mutlu olabiliyor. Çünkü o bütün hareketlerini dışa göre ayarlamak zorundadır. İçinden ge­leni yapamaz, yaşayamaz. Medyanın esiri olan, kurallar içinde boğulan çağımız insanı için de aynı şeyi düşünebiliriz. Eşyanın esiri olan, konfora gömülen ve bütün bunları bir yaşam tarzı, varoluş üslûbu haline getiren günümüz insanı için rahat ve hu­zur sözleri ne ifade ediyor? Büyük Yunus’un “Yunus der ki şehre varam, feryâd ü figan koparam” sözünde nice derin anlamlar gizlidir. Sayısız baskıları ile sosyal hayat, insana karşı olan hayat, bizi hem dışımızdaki doğadan, hem de kendi iç var­lığımızdan, özümüzden, aslımızdan uzaklaştırmıyor mu?

İnsanlar iç dünyalarında bir nizâmı, bir düzeni, bir güzelliği yaşasalar, böyle deliler gibi kendilerini içkiye, uyuşturucuya ve­rirler mi? Dedikodudan, sigaradan, seks manyaklığına kadar uzanan saçmalıklar hep iç dünyamızda bir düzen kurama­maktan doğmuyor mu? Bir kır çiçeğini alın, uzun uzun inceleyin. Gözleri ve gönülleri kamaştıran bir estetik, bir düzen, binbir in­celik görürsünüz. Göreceğiniz renk ve uyum sizi ürpertir. Hay­retler içinde bırakır. Yunus “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” derken bunu ne güzel anlatır.

Bütün varlık ister açık, ister gizli olsun, bir düzene, bir nizâ­ma, bir güzelliğe dayanıyor. Kendi duygu ve düşüncelerimize bir çeki düzen vermeden, kafamızın içinde bir nizâm kurmadan, toplum içinde nasıl bir düzen kurabiliriz? Ömrümüz kısa, gün­lerimiz sayılıdır. Sıkıntıların önünde beklenecek zaman yoktur. Derdi olduğu yerde bırakmak, ruhu karartan üzüntüden bir an önce kurtulmak, en iyi davranıştır. Işık gelince karanlık gider. Dünya zevk ve istek âlemi değil, vazife ve kemâl âlemidir; şid­detli arzular, ruhun sükûnunu bozar, aklın dengesini sarsar.

Ruhunu, nefsinin kirlerinden temizlemiş olan insanlar, hak­sızlık ve nankörlükleri kızmadan karşılar, canını yakanlara lütuf­la muamele eder, menfaatleri için küçülmezler. Onların gön­lünde derin bir huzur, yüzlerinde ilâhi bir nur vardır.

Şu kısacık dünya hayatında şikâyet, huysuzluk, üzüntü ile geçirilecek zaman, beyhude harcanmış ve heder olmuş demek­tir. İnsanlar kemâlin zirvesine tevâzu merdiveni ile yükselirler.

Bütün kapılar, sabır ve ümit anahtarı ile açılır. Her sıkıntı fâ­nidir. Ömür yapılan işi, yaşanılan hayatı, dert haline değil, zevk haline getirmekle tatlılaşır. Dert olmayanı dert etmek, en küçük olayları bile fâcia haline getirmek, her vesile ile sinirli ve gergin bir hava yaratmak, hayatı kendine de etrafına da cehennem etmektir. Unutmayalım ki, kuru çeşmelerin başına kimse gitmez.

Herkes billûr gibi suyu olan pınarlardan su içmek ister. İn­sanlar birbirine köprü kuracakları yerde, duvar ördükleri için yal­nız kalıyorlar. Hayatta yapılacak en iyi iş bir insan gönlü kaza­nabilmektir. Yunus “Hepisinden iyisi bir gönüle girmektir” demiyor mu?

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]