Edeple Yapılan İşler Hayırlıdır
Kırk yıl oldu. Bir yaz günüydü. İstanbul’da, Bostancı’da teyzemlerin evinde misafirdim. O zamanlar Bostancı, adı gibi güzel, şirin bir yerdi. Bağlar, bahçeler içinde... Teyzem, evlâdım tuz lâzım oldu, büfeden alır mısın dedi. Bir büfe vardı. Aynı zamanda bakkal görevi yapıyordu. Gittim. Kuyrukta birkaç kişi vardı. Sıraya girdim, benden önce yaşlı bir beyefendi vardı. Sırası geldi. Büfeye yaklaştı, “bana şu parayı lütfen bozar mısınız” dedi. Çok edepli, saygılı bir kimse olduğu her halinden belli oluyordu.
Büfeci birden parladı. Bugün herkes para bozdurmaya geliyor dedi. Burası banka mı dedi. Daha birtakım sözler söyledi. Hırçın ve asabî idi. Cümleleri kurşun gibi çıkıyordu ağzından. Bir yandan parayı bozuyor, bir yandan acı acı söyleniyordu. Yaşlı zat tedirgin olmuş, rengi sararmıştı. Birden müdahale etti. Lütfen dedi, paramı verin. Ben vazgeçtim bozdurmaktan... Bu kez büfeci iyice parladı. Hem bozdur, hem bütünle derler. Bu ne biçim iş, anlayamadım gitti türünden yine bir yığın lâf etti. Onun üzerine yaşlı zat, kırk yıldır aklımdan çıkmayan şu sözlerle tartışmayı kapattı. “Bozduğun paraya içinin bütün zehrini akıttın. Ben o parayı ağız tadıyla harcayamam. Güzellikle, edeple yapılmayan hiçbir işten hayır gelmez” dedi.
Çocukken halamdan işittim. Bazı veliler, sabah evden çıkarlarken, hanımlarına tembih ederlermiş, eğer asabi ve hırçın bir zamanın olursa, yemek yapma. Sendeki o hâl yemeğe de geçer. Ağız tadıyla yiyemeyiz. Rahatsız oluruz. Önemi yok, peynir ekmekle de idare ederiz, derlermiş.
İnsan ruhu o kadar hassas ve incedir ki, her davranışımız, her sözümüz, hatta düşüncelerimiz, hayallerimiz bile bir başka insanı incitebilir, kırabilir, onun iç dünyasında yaralar açabilir, depremler meydana getirebilir. Bazı gönül dostları, yak, söndür kelimeleri yangın imajı uyandırabilir diye, ışığı uyandır, ışığı dinlendir derlermiş. Her insanda Nûru Muhammedi vardır ama, o güzelliklerin, o ışığın tezâhür ve tecelli edebilmesi için bir müsait ortama ihtiyaç vardır. Tıpkı bahar gelmeden, belli bir ısı, ışık, rutubet olmadan, belli fiziksel şartlar oluşmadan, kuru dallardan bahar çiçeklerinin açılıp fışkırmaması gibi... İnsanların da rahat olabilmeleri, huzurlu ve mutlu olabilmeleri için belli ortamlara ihtiyaç vardır. Sevgi, saygı, edep ve incelik, anlayış ve hoşgörü ortamında insan gönlündeki gizli güzellikler, bahar çiçekleri gibi açarlar, gözleri ve gönülleri kamaştırırlar.
Kabalık, hoyratlık, saygısızlık, düşüncesizlik, insanların içindeki nice güzelliklerin zuhuruna, ortaya çıkışına engel oluyor. Bazı kimselere lüzumsuz, gereksiz formaliteler gibi gözüken öyle durumlar vardır ki, aslında kökenine inip, iyice düşünülecek olursa, onların arkasında nice gerçeklerin gizlendiği anlaşılır. Göz Hak’kı görmekle aydınlanır. Dostun yüzünü gör, gözün de, gönlün de aydınlansın. Resûlullah Efendimiz, “Ya hayır söyle, yahut sus” buyuruyor. “Yunus bir haber verir, işidenler şâdolur” der Yunus Emre ve ilâve eder, “Ayruk yüze nice bakar, dost yüzünü gören kişi”. Sen yarasa değilsin. Gözünü aydınlığa alıştır. Gül bitirmek için, toprak olmak gerek. Acılara sabırla karşı koyanlar, sonunda tatlı olanlardır. Bu telâş, bu çılgınca koşuşturmalar, bu korkular, kompleksler niçin? Bilmez misin ki, ağılda oğlak doğunca, derede otu biter... Neden körler çarşısında ayna satmaya kalkıyoruz... Birlikteliğin güzelliğini yaşayamayanlar, kendi nefislerinin firavunu oluyorlar. Yalnız insan, Allah ile beraber olmayandır. Sen kendi nefsini tanımıyorsan, başkasının nefsini hiçbir şekilde tanıyamazsın. Yürek yanmazsa gözden yaş çıkmaz. Sözünü ancak onu kavrayabilecek kişilere söyle. Çiçekler ben güzel kokuyorum diye övünüyorlar mı? Kim, Yüce Allah ile arasını düzeltirse Yüce Allah da onun, insanlarla arasını düzeltir. Eğer sana gönül darlığı geliyorsa, fenalığa gönlünde yer verdiğindendir. Yoksa gönlün daralmazdı...
Fare deliğine de girsen, yine bir kedi pençeliye çatarsın. Ne ki nefsine ağır geliyor, onu işle. Tebessüm en kolay iyiliktir. Arşı kötülerin övülmesi titretir. Bir gönül dostu, “Rabbimi isteklerimin olmaması ile bildim” diyor. Önce kendi iç dünyandaki perişanlığı gör. Sonra başkalarına sitem eyle. Önce ışığı vaat edip, sonra kendi karanlığını yayanlardan olma. Bu toplumda hiç iyi insan kalmadı, herkes kötü oldu diyenler, o toplumun en şerli kişileridir. Sağırlar çarşısında gazel atanlardan olma. Ulvî duygular, insana ekmek kadar lâzımdır, insanı hayvanın üstüne çıkarır, yüceltir. Bütün güzellikler Allah ve Resûlünün aşkındandır. Aşk, kördüğüm olmuş insan ruhunu çözer de onu güzellikler âlemine götürür. Gerçek dua, Allah’la beraber olma halidir. Önemli olan okuduklarımızı, gördüklerimizi, dinlediklerimizi bizde yaşayan insan tecrübesine maletmektir. Bu güçtür. Ama imkânsız değildir. Yunus “Bir siz dahi sizde görün, benim bende bulduğumu” der. Yunus, bizi bize yollar, kendinde bulduğu en yüce varlığı, bizim de kendimizde bulabileceğimizi söyler.
Moğollar İslâm âlemine kan akıtarak gelirlerken Mevlânâ, “Biraz bekleyin onlar bahar rüzgârları gibi olacak” diyordu. Moğollar müslüman olunca gerçekten de içlerinden gül gibi, ipek gibi ruhları çıktı. Aşk, kendi dar benliğini aşmak, Allah’a doğru yönelmek demektir. Gülün kokusunda, toprak kokusu asla hissedilmez. Bizim yüzümüz de bir güldür, toprağımız hayat. Şahsiyet, hayatı meziyet haline getirir. Neyi inleten, ebedî sevgiliye özlemdir. İnsanoğlunu AlIah’a aşk yaklaştırır. Yarının çiçekleri, bugün ekilen tohumlardır. Yaşamanın hüneri, her yeni günün güzelliğini görebilmektedir.
|