subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt II                                                                            Sabri Tandoğan

 

Edeple Yapılan İşler Hayırlıdır

Kırk yıl oldu. Bir yaz günüydü. İstanbul’da, Bostancı’da tey­zemlerin evinde misafirdim. O zamanlar Bostancı, adı gibi gü­zel, şirin bir yerdi. Bağlar, bahçeler içinde... Teyzem, evlâdım tuz lâzım oldu, büfeden alır mısın dedi. Bir büfe vardı. Aynı za­manda bakkal görevi yapıyordu. Gittim. Kuyrukta birkaç kişi vardı. Sıraya girdim, benden önce yaşlı bir beyefendi vardı. Sı­rası geldi. Büfeye yaklaştı, “bana şu parayı lütfen bozar mısınız” dedi. Çok edepli, saygılı bir kimse olduğu her halinden belli olu­yordu.

Büfeci birden parladı. Bugün herkes para bozdurmaya geli­yor dedi. Burası banka mı dedi. Daha birtakım sözler söyledi. Hırçın ve asabî idi. Cümleleri kurşun gibi çıkıyordu ağzından. Bir yandan parayı bozuyor, bir yandan acı acı söyleniyordu. Yaşlı zat tedirgin olmuş, rengi sararmıştı. Birden müdahale etti. Lütfen dedi, paramı verin. Ben vazgeçtim bozdurmaktan... Bu kez büfeci iyice parladı. Hem bozdur, hem bütünle derler. Bu ne biçim iş, anlayamadım gitti türünden yine bir yığın lâf etti. Onun üzerine yaşlı zat, kırk yıldır aklımdan çıkmayan şu sözlerle tar­tışmayı kapattı. “Bozduğun paraya içinin bütün zehrini akıttın. Ben o parayı ağız tadıyla harcayamam. Güzellikle, edeple ya­pılmayan hiçbir işten hayır gelmez” dedi.

Çocukken halamdan işittim. Bazı veliler, sabah evden çıkar­larken, hanımlarına tembih ederlermiş, eğer asabi ve hırçın bir zamanın olursa, yemek yapma. Sendeki o hâl yemeğe de ge­çer. Ağız tadıyla yiyemeyiz. Rahatsız oluruz. Önemi yok, peynir ekmekle de idare ederiz, derlermiş.

İnsan ruhu o kadar hassas ve incedir ki, her davranışımız, her sözümüz, hatta düşüncelerimiz, hayallerimiz bile bir başka insanı incitebilir, kırabilir, onun iç dünyasında yaralar açabilir, depremler meydana getirebilir. Bazı gönül dostları, yak, söndür kelimeleri yangın imajı uyandırabilir diye, ışığı uyandır, ışığı din­lendir derlermiş. Her insanda Nûru Muhammedi vardır ama, o güzelliklerin, o ışığın tezâhür ve tecelli edebilmesi için bir müsait ortama ihtiyaç vardır. Tıpkı bahar gelmeden, belli bir ısı, ışık, rutubet olmadan, belli fiziksel şartlar oluşmadan, kuru dallardan bahar çiçeklerinin açılıp fışkırmaması gibi... İnsanların da rahat olabilmeleri, huzurlu ve mutlu olabilmeleri için belli ortamlara ihtiyaç vardır. Sevgi, saygı, edep ve incelik, anlayış ve hoşgörü ortamında insan gönlündeki gizli güzellikler, bahar çiçekleri gibi açarlar, gözleri ve gönülleri kamaştırırlar.

Kabalık, hoyratlık, saygısızlık, düşüncesizlik, insanların için­deki nice güzelliklerin zuhuruna, ortaya çıkışına engel oluyor. Bazı kimselere lüzumsuz, gereksiz formaliteler gibi gözüken öyle durumlar vardır ki, aslında kökenine inip, iyice düşünülecek olursa, onların arkasında nice gerçeklerin gizlendiği anlaşılır. Göz Hak’kı görmekle aydınlanır. Dostun yüzünü gör, gözün de, gönlün de aydınlansın. Resûlullah Efendimiz, “Ya hayır söyle, yahut sus” buyuruyor. “Yunus bir haber verir, işidenler şâ­dolur” der Yunus Emre ve ilâve eder, “Ayruk yüze nice bakar, dost yüzünü gören kişi”. Sen yarasa değilsin. Gözünü aydın­lığa alıştır. Gül bitirmek için, toprak olmak gerek. Acılara sabırla karşı koyanlar, sonunda tatlı olanlardır. Bu telâş, bu çılgınca koşuşturmalar, bu korkular, kompleksler niçin? Bilmez misin ki, ağılda oğlak doğunca, derede otu biter... Neden körler çarşı­sında ayna satmaya kalkıyoruz... Birlikteliğin güzelliğini yaşaya­mayanlar, kendi nefislerinin firavunu oluyorlar. Yalnız insan, Allah ile beraber olmayandır. Sen kendi nefsini tanımıyorsan, başkasının nefsini hiçbir şekilde tanıyamazsın. Yürek yanmazsa gözden yaş çıkmaz. Sözünü ancak onu kavrayabilecek kişilere söyle. Çiçekler ben güzel kokuyorum diye övünüyorlar mı? Kim, Yüce Allah ile arasını düzeltirse Yüce Allah da onun, insanlarla arasını düzeltir. Eğer sana gönül darlığı geliyorsa, fenalığa gön­lünde yer verdiğindendir. Yoksa gönlün daralmazdı...

Fare deliğine de girsen, yine bir kedi pençeliye çatarsın. Ne ki nefsine ağır geliyor, onu işle. Tebessüm en kolay iyiliktir. Arşı kötülerin övülmesi titretir. Bir gönül dostu, “Rabbimi istekle­rimin olmaması ile bildim” diyor. Önce kendi iç dünyandaki perişanlığı gör. Sonra başkalarına sitem eyle. Önce ışığı vaat edip, sonra kendi karanlığını yayanlardan olma. Bu toplumda hiç iyi insan kalmadı, herkes kötü oldu diyenler, o toplumun en şerli kişileridir. Sağırlar çarşısında gazel atanlardan olma. Ulvî duygular, insana ekmek kadar lâzımdır, insanı hayvanın üstüne çıkarır, yüceltir. Bütün güzellikler Allah ve Resûlünün aşkın­dandır. Aşk, kördüğüm olmuş insan ruhunu çözer de onu gü­zellikler âlemine götürür. Gerçek dua, Allah’la beraber olma halidir. Önemli olan okuduklarımızı, gördüklerimizi, dinledikle­rimizi bizde yaşayan insan tecrübesine maletmektir. Bu güçtür. Ama imkânsız değildir. Yunus “Bir siz dahi sizde görün, be­nim bende bulduğumu” der. Yunus, bizi bize yollar, kendinde bulduğu en yüce varlığı, bizim de kendimizde bulabileceğimizi söyler.

Moğollar İslâm âlemine kan akıtarak gelirlerken Mevlânâ, “Biraz bekleyin onlar bahar rüzgârları gibi olacak” diyordu. Moğollar müslüman olunca gerçekten de içlerinden gül gibi, ipek gibi ruhları çıktı. Aşk, kendi dar benliğini aşmak, Allah’a doğru yönelmek demektir. Gülün kokusunda, toprak kokusu as­la hissedilmez. Bizim yüzümüz de bir güldür, toprağımız hayat. Şahsiyet, hayatı meziyet haline getirir. Neyi inleten, ebedî sev­giliye özlemdir. İnsanoğlunu AlIah’a aşk yaklaştırır. Yarının çi­çekleri, bugün ekilen tohumlardır. Yaşamanın hüneri, her yeni günün güzelliğini görebilmektedir.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]