Tevâzu
Resûlullah Efendimiz bir hadis-i şerifte “Size, Allah’ın kullarının en kötüsünün kimler olduğunu bildireyim mi? Kibirli ve katı yürekli olanlardır.” buyuruyor. Tevâzu, kibrin zıddıdır, alçak gönüllü olma halidir. İyiye, doğruya ve güzele saygılı olmak, Hak’ka boyun eğmek, kibirden uzak olmak, bütün mahlûkata karşı edeple hareket etmek, güleryüz göstermek, ince, zarif ve nazik olmak tevâzunun bazı tezâhür şekilleridir.
Tevâzu, Peygamberlerin, velilerin, ilim ve adalet sahiplerinin, Allah’ı tanıyanların, Allah dostlarının ilk görülen vasıflarındandır. Şuara suresinin 215. âyetinde, Peygamberimize “Sana tâbi olan müminlere kanadını indir, tevâzu göster” buyruluyor. Peygamberimiz, çarşıya pazara giderek, evinin ihtiyacını bizzat temin eder; fakirlerle, kölelerle birlikte sofraya oturur; fakirlerin hâl ve hatırlarını sorar, gittiği yerde en müsait köşeye oturur, kendisine hürmeten ayağa kalkanlara engel olur, bu suretle İslâmî tevâzuyu fiilen göstermiş ve yaşamış olurdu. Kendisini aşırı methedenlere karşı, “Ey insanlar, Allah’tan sakınınız, şeytana uymayınız. Ben sadece Abdullah’ın oğlu Muhammed’im. Allah’ın kuluyum. Yüce Allah beni Peygamberlikle şereflendirdi. Bana bundan fazlasıyla tâzim göstermenizi istemem.” buyurmuştur.
Bir gün, Peygamberimizin yanına bir ziyaretçi gelir. Konuşurlar. Biraz sonra gelen zat titremeye başlar. ResûluIlah Efendimiz ona hitaben, “Rahat ol. Ben bir hükümdar değilim, ben ancak güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum” buyurur. Bir gün, hurma dalından bir asa edinip, hutbede, onunla işaretler yapması üzerine, “Ya Muhammed, bu sana bağlanmış adamların başlarını kırmak için midir?” diye vahyedilince, Peygamberimiz, onu hemen yere bıraktı.
Bir gün bir adam Peygamberimize “Allah’ın ve Senin dilediğiniz olur” demişti. ResûluIlah Efendimiz üzüldü ve “Sen Allah’a şerik koştun. Yalnız Allah’ın dilediği olur de” buyurdu.
Zaferler kazanıldığında, O’nun ilk işi yüce Allah’ın huzurunda secdey-i şükrâna kapanmak olurdu.
Bir gün Peygamberimiz abdest alıyordu. Bazı sahabilerin kullandığı suyu almak istediklerini gördü ve sebebini sordu. Efendimiz, siz abdest alınca o şifalı su oldu. Sevgimiz ve saygımız o kadar çok ki, kullandığınız suyu toplamak istiyoruz, deyince hemen şöyle buyurdular:
“İçinizden bir kimse Allah’ı ve Peygamberi sevmek zevkini tatmak istiyorsa, doğru sözlü, doğru özlü olsun. Kendisine emniyet edilen şeye riâyet etsin. Başkalarıyla bir arada yaşadığı zaman da, komşuluk haklarını gözetsin. Ey Âdemoğulları, tevâzu gösteriniz. Biliniz ki, tevâzu göstermeniz hakkında bana vahyolundu. Birbirinizin hukukuna tecavüz etmeyiniz. Birbirinize karşı övünmeyiniz. Mal ve mevki sahibi olanlar, olmayanlara gururlanmasınlar. Soy sop cihetinden veya başka cihetlerden kimse kimseye kibir ve azamet taslamasın. Ey Allah’ın kulları, birbirinizle kardeş olunuz.”
Peygamberimizin oğlu vefat ettiği gün güneş tutulmuştu. Bazı müslümanlar, bunu, güneş de Resûlullah’ın üzüntüsüne katılıyor şeklinde yorumlamak isteyince, hemen onları topladı, “Ey insanlar, güneş ve ay Allah’ın âyetlerindendir. Onlar bir kimsenin ne ölümü, ne de doğumu için tutulmazlar” buyurdu.
Allah için tevâzu gösteren kimseyi, yüce Allah yükseltir. Ne mutlu o kimseye ki, kendisini zillet ve hakarete düşürmeksizin tevâzu gösterir. Kibirli ve katı yürekli olanlar Allah’ın kullarının en kötüleridir. Bollukta ve darlıkta aynı teslimiyet, aynı edep, aynı incelik içinde bulunanlar, öfkelerini yenenler, insanların kusurlarından, af için bahaneler bularak, geçenler ne güzel insanlardır.
Peygamberimiz şahsına karşı yapılan hiçbir kötülükten dolayı intikam almamış, şahsî bir hata üzerine asla kızmamış, hiddetlenmemiştir.
Tevâzu, edep, sabır ve şükür ile Hak’ka giden yolun kapısı açılır. Yaradan’dan ötürü yaradılmışı hoş görmek bütün Allah dostlarının ortak yönüdür. Gerçek ve olgun müminler inançlarını fiilen yaşayan insanlardır. Kalp ile dil, söz ile iş bir olmadıkça, kendimiz için istediğimizi başkaları için de istemedikçe, sahnede şov yapan bir oyuncudan ne farkımız kalır? Amellerin en üstünü iyi ve güzel ahlâktır. Peygamberimiz, güzel ahlâkın en güzel örneğini kendi yaşantısı ile ortaya koydu. Vefatından sonra Hz. Aişe’ye Resûlullah’ın ahlâkı nasıldı diye soruldu. Aişe validemiz “Hazret-i Muhammed’in hayatı ve ahlâkı Kur’an’dan ibaretti” buyurdular.
Şükür, yüce Allah’a, verdiği nimetleriyle azgınlık etmemektir. Şükreden de, nankörlük eden de, kendine eder. Şükretmek, nimetin artmasına, nankörlük ise azâba sebep olur. Peygamberimiz, ne zaman sevinçli bir haber alsa hemen secde-i şükrâna kapanırdı. Kâinat insana hizmetle, insan da Allah’a ibadetle mükelleftir. Kur’an-ı Kerim’de “insan kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır?” “Ben, cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyruluyor. İnsanın en önemli ve en şerefli vazifesi Yaradan’a kulluk etmek, O’na ibadet etmektir. Ubûdiyetin yüksek zevkini tatmaktır.
Göklerde ve yerde bulunan canlı, cansız, büyük, küçük her şey Allah’ı tesbih ederken, insan bundan nasıl uzak kalabilir?...
Kimsenin ne iyiliği, ne kötülüğü karşılıksız kalmaz. Kim zerre kadar hayır veya şer işlemişse, muhakkak onun karşılığını görecektir. Dünya hayatında, insana düşen vazife, yaratılışının gayesine göre hareket etmektir. Allah’tan başkasına bağlanan gönüller; fâni ve geçici zevklere bağlanmış ve aldanmış olurlar. Allah’a karşı duyulan sevginin sınırı yoktur. Allah sevgisini, Allah dostluğunu kazananlar her şeyi kazanmış olurlar. Yüce Allah insanları ilâhi sevgisiyle kuşatmıştır. Kullarının günahlarından tövbe etmeleri kadar, Allah’ı hoşnut eden bir amel yoktur. Allah, kullarının tövbesini kabul için, her imkânı bahşetmiş, icâbet kapısını daima açık tutmuştur.
Allah’ı kullarına sevdiriniz ki, Allah da sizi sevsin. Allah bütün işlerde yumuşaklığı ve yumuşak muameleyi sever. İşlediği günahlar üzerine nedâmet duyan bir kulun, daha tövbe ve istiğfar etmeden, Allah tarafından af olunacağı bildirilmiştir. Allah’ın en çok sevdiği kimse, Allah’ın yarattıklarına en çok yararlı olandır. Allah, darda kalanların imdadına yetişenleri sever.
İyiye, güzele giden yollar tevâzu ile başlar. Tevâzu sahibi olmayan kibirli bir insanın, ne derse desin, ne yaparsa yapsın, mânâ yolunda ilerleyeceğine inanmıyorum. Hayatta gördüğüm, şahit olduğum örnekler, tevâzu olmadan mânâ yolunda yürünemeyeceğini bana gösterdi. Mevlânâ, “Sana rahmet suyu lâzımsa, yer gibi mütevazı ol. Sonra, o rahmet şarabını içip mest ol.” der. Bir mânevî mecliste en çok istifade eden, orada en çok tevâzu ve mahviyet gösterendir. Çünkü, rahmet-i ilâhi daima fakir-ül meşreb, mütevâzı kimselerin gönlüne nüzûl eder. Görmüyor muyuz ki, yağmur suları bile daima çukurlar ve ovalarda toplanıyor, derelerde akıyor. Allah’ın fazl-u keremi ancak kalbi münkesir, gönlü mahzun olanlara nasip olur. Çünkü Hak nezdinde mübarek sıfat mahviyyet ve tevâzudur.
Cenâb-ı Hak, hidayet ve inayete mazhar olan kullarını Kur’an-ı Kerim’de “Yeryüzünde mütevâzı olarak, ağır ağır yürürler” diye vasfediyor.
Mevlânâ “Köle gibi mütevâzı ol da, at gibi yerde yürü. Omuzlarda yürüyen tabut gibi yükselmeye kalkışma” der. Mütekebbir ve mağrur kimselerin bu hallerinin kendilerini mânen ölüme mahkûm ettiğini, Mevlânâ ne güzel anlatıyor. Tevâzu, kendinden aşağıda olanları küçük görmemek ve akranları arasında büyüklenmemek, herkesle görüşebilmektir. Tevâzu göstereni Allah yüceltir. Kibirlenenler, gururla burnu havada olanlar, herkese tepeden bakanlar, firavun taslakları er veya geç helâk olmaya mahkûmdurlar.
İslâm edebinde kibirli insanlara tevâzu gösterilmez. Bu çok ince bir noktadır. Aman dikkatli olalım. Ayağımız kaymasın. Madem ki edep her hususta haddini bilmektir. Haddini bilmeyen çağdaş Nemrut’lara, Firavun’lara tevâzu nasıl gösterilir? O zaman insan zillete düşmez mi?
Tevâzu gösteren insanların gözlerine, Allah doğru görmek hassasını ihsan eder. O zaman insan zanlardan, vehimlerden kurtulur, gerçeği olduğu gibi görür. “Allah’ım bize eşyanın hakikatini olduğu gibi göster” hadis-i şerifinin sırrına mazhar olur.
Ahmaklar karşısında tevâzu, mânevî sultanların huzurunda tekebbür edenler gafillerdir. Bayağı kimseler karşısında, onların nemrutluğunu, firavunluğunu yüzlerine vururcasına vakar, asalet, kayıtsızlık içinde olanlar ne güzel insanlardır. Allah dostlarının yanında lâubâli hareket etmek, saygısızlık yapmaktır. Tefeyyüze sed çeker.
Tevâzu, nefsi, Cenab-ı Hak’ka karşı ubudiyet, halka karşı insaf makamında bulundurmaktır. Kişi Rabbini bilip, mânen yükseldikçe, tevâzuu artar. Tevâzudan nasibini almayanlar Rabbinin azamet ve kibriyasını idrâk edemeyenlerdir. Tevâzu, bir ziynettir. Taç’tır. Kulu yükseltir. Tevâzu ilerledikçe, kin, haset, fesat gider. Böyle olan kimseleri Allah da sever, kullar da...
Resûlullah Efendimiz, insanların en mütevâzı olanı idi. Herkese sevgi gösterir, herkesin hatırını hoş tutardı. Sohbetlerinde en önde fakirler, zaifler, ashab-ı suffa bulunurdu. En uzak yerlerdeki hasta ziyaretlerine gider, hayır duada bulunurdu. Davete icabet eder, bu zengin, bu fakir diye ayrım yapmazdı. Gelen misafirlerine bizzat hizmet eder, altındaki minderi ikram eder, minder yoksa cübbesini yere serip üzerine oturturdu. Davet edildiğinde bir kuru üzüm dahi ikram edilse neşeyle karşılar, sanki kâinatın en güzel sofrasında imiş gibi hareket ederdi. Bazen gerektiğinde ev hizmetleri de yapar, bundan memnuniyet duyardı. Daima çevresine mütevâzı olmalarını, nankörlük ve azgınlıktan uzak kalmalarını önerirdi.
Herkes kibirli insanlardan nefret der. Kibir öylesine pis ve iğrenç bir hastalıktır ki, yeryüzünde bütün zamanlarda ve bütün mekânlarda insanlar ondan tiksinti duymuştur. Onu bazı insanlara sevimli ve güzel gösteren nefis ve şeytandan başka ne olabilir? Kibir, çirkin bir tabiattır. Hele dilencilerin kibri çirkinin de çirkinidir. Herhalde cehennemde ön safta gelenler mütekebbir, mağrur, en büyük benim diyen insanlar olacaktır. Kibirli insanların dostu da olmaz. Onlar hayatları boyunca ne severler, ne sevilirler. Çünkü kendileriyle öylesine doludurlar ki... Günün adamı değil, hakikatin adamı olmaya çalışmalıdır. Gün değişir ama hakikat değişmez.
İnsanın mânen derecesi yükseldikçe, her an kendini huzurda bilme bilincine yaklaştıkça, kendi ayıplarının gözünde büyümesi gerekir. Çok insan bir hayırlı amel işlese, kemâle erdiğini ve huzura yaklaştığını iddia eder. İlim arttıkça tevâzu artar. Böylece nefislerine galebe çalarlar. Üç beş kitap okudum, bir iki sohbet dinledim diye kendilerini bir şey sananların kalplerini bir duman ve zulmet kaplar. Kişinin cehli arttıkça kibri de artar. Bu konuda Abdülkadir Geylâni Hazretleri şöyle buyuruyor:
“Ben Allah’a gece kaim, gündüz sâim olmakla ve ilim tedris etmekle vasıl olmadım. Allah’a vasıl olmamın sebebi kerem sahibi olmam, mütevâzı bulunmam ve sadrımın selim olmasıdır.”
Tevâzu ile insan, kemâl yolunda yürümenin ilk adımını atmış olur. O adımı atmadan, atamadan yapılan bütün çalışmalar kum üzerine bina inşa etmeye benzer. Bu hususu lütfen unutmayalım.
Bilmem diyen öğrenir, bilirim diyene ne verilir. Tevbe Suresinin 119. Âyetinde “Allah’a yaklaşmaya vesile arayın” buyruluyor. O halde ne bekliyoruz...
|