Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : "En büyük ibadet insanları sevmek ve onlara hizmet etmektir." Hadis-i Şerif
Gönderen : Çiğdem
Tarih : 10/20/2017 11:57:02 AM


.




SABRİ BABA İLE SOHBET


EN BÜYÜK İBADET İNSANLARI SEVMEK VE ONLARA HİZMET ETMEKTİR-HADİS-İ ŞERİF


Mektup-Cevap





-Efendim, acaba fakülte yıllarınızda en beğendiğiniz hocanız kimdi?





Sabri Baba:







Valla, doğrusunu söylemek gerekirse benim fakültede en beğendiğim, takdir ettiğim kimse kapıcı İrfan Efendi idi. Ona hayrandım. Kapının girişinde paltolara bakardı. Gelen mektuplarımızı ondan sorardık. Kimisi sevgilinden, ailesinden mektup beklerdi. Kimi de benim gibi yazı yazdığı dergilerden. İrfan Efendi, kendine sorulduğu zaman oturduğu yerden edeple ayağa kalkar, ceketini ilikler, eğer gelen birşey varsa verir, yoksa “Size bugün mektup yok efendim, ama inşallah yakında gelir” der, ümidini de verirdi. Ben ondan daha fazla kimseye saygı duymadım fakülte yıllarımda. Hayat boyu da hep kapıcı İrfan Efendi gibi olmaya çalıştım










-Fakülte bittikten sonra neler yaptınız?










Henüz stajımı yaparken annemden para istememek için öğretmenlik yapmaya karar verdim. Bir liseye vekil öğretmen aranıyordu. Orada edebiyat öğretmenliği yaptım. Çok güzel, çok değerli öğrencilerim oldu. İsimleri hâlâ hatırımdadır. Mesela Sumru Ortalan, M. Ceceli, hâlen görüştüğümüz sevgili Mustafa... Zil çalardı, ama onlar “Öğretmenim, nolur çıkmayalım, devam edelim” derlerdi. Hep birlikte şiirler okur, onların üzerinde konuşurduk. Sonra askerlik görevimi yapmak üzere ayrıldım.










-Efendim, askerlik dönüşü Danıştay’da mı işe başladınız?










Evet. Milli Birlik Komitesi Danıştay’a yeni baştan hakim alacaktı sınavla. Gazetede ilanlarını okudum. Sınava girdim. Bin kişi arasında birinci oldum. Bana çalışacağım daireyi söylediler. Ertesi günü gittim, işe başladım.










-Rana Anne ile tanışmanız da o zaman oldu değil mi efendim?










Evet. O işe daha ilk başladığım gün, çalışacağım yer olan onaltı kişilik salonun kapısını açtım, tam karşıda Rana Hanım oturuyordu. Üzerinde yakasının üst kısmı siyah kadife olan gri bir tayyör vardı. İçinde beyaz bluzu ile bir melek gibiydi. Sanki Allah, gökyüzünden bir meleğini göndermiş, anlaşılmasın diye kanatlarını kırmış...










O anda içimden bir ses “İşte Sabri,” dedi, “senin evleneceğin kız bu.” O güne kadar da etraftaki hoppa, züppe kızları göre göre evlenmemeye kesin olarak karar vermiştim. “Ölürüm de bu kızlarla gene evlenmem” diyordum. Buna rağmen o anda ne olduysa oldu. Kararımı değiştirdim. Çünkü o güne kadar Rana Hanım kadar edepli, zarif, ince bir hanımefendi görmemiştim.










(Sabri Baba burada derin bir iç çekiyor...)





...





Ahh, ne güzel bir rüyaydı o! Kırkdört yıl sürdü......










Rana Hanım:





- O ilk karşılaştığınız anda Rana Anne sizin hakkınızda ne düşündü acaba?










Bilmem ki yavrum. Ben ona hiç özel soru sormadım.










-Evlenmeye karar verdiğiniz halde, belli etmeden onu izlemeye devam ettiniz mi?










Evet. Bir yıl boyunca hergün onun bütün hareketlerini inceledim, ona kafamda notlar verdim. Çünkü aramızda sekiz yaş fark vardı. Benden büyüktü. O farkı kapattıracak, aramızda sorun olmasını engelleyecek birşeyler bulmalıydım. Onda bunu kaldıracak olgunluğu görmek istedim.










Evlenme teklif etmeden önce birgün dairede arkadaşlarla oturmuş sohbet ediyorduk. Bir ara bir arkadaş “Rana Hanım,” dedi, “sizin babanız kaptanmış, herhalde siz çok balık yiyorsunuzdur.” Rana da “Balığı çok severim ama annem balık kokusundan hoşlanmadığı için evde pişirilmesine izin vermez.” deyince hemen fırsatı yakaladım, “Rana Hanım,” dedim, “ben size yarın güzel bir balık ızgara yapıp getireyim. Siz de ekmekle helva getirin. Birlikte yiyelim.” O günlerde de palamut mevsimi idi. Ertesi günü öğle tatilinde arkadaşlara “Siz toz olun” dedim. Sonra ben balıkları açtım, Rana da getirdiği helva, ekmeği açtı, birlikte âfiyetle yedik. Onunla güzel bir sohbet imkânı yakalamıştım; çok güzel anlaşıyorduk.










Bundan kısa bir süre sonra ona evlenme teklif etmeye karar verdim.










-Nasıl oldu?










Rana, cumartesi günleri yarım gün olan iş çıkışı otobüsle, şan derslerine gidiyordu. Onu tesbit ettim. Bir gün öğlen onu durakta beklemeye başladım. Durakta kimse yoktu. Rana geldi. Karşılıklı hatır sorduk. Sonra ona birden “Rana Hanım,” dedim, “beni hayat arkadaşlığına kabul eder misiniz?” Rana şaşırdı. Elinde kalın bir müzik defteri vardı, ‘pat’ diye defter elinden yere düştü. Hemen defteri aldım, eline verdim.










“Bir düşüneyim Sabri” dedi.










-Evlenme teklif etmek için niye otobüs durağını seçtiniz?










Bilmem, farklı, romantik bir ortam olsun diye...










-Peki, ondan cevap beklediğiniz sürede ya kabul etmezse diye içinizde bir endişe var mıydı?










Hayır yoktu. Benim de bildiğim bazı şeyler vardı yani...










Birkaç gün sonra “Sabri, düşündüm ama aramızda yaş farkı var. Bu ilerde sorun olabilir.” dedi. Ben de bunun üzerine Peygamber Efendimizle Hz. Hatice Annemizin evliliğini örnek gösterdim, “Onların da aralarında onbeş yaş fark vardı ama kâinatın en muhteşem evliliğini yaptılar. Biz neden yapmayalım Rana dedim?” Beni dinledi ve iknâ oldu.










Evlendik, iki odalı, mütevâzi, sobalı bir ev tuttuk. İçeri girerken bir anlaşma yaptık, bu evde ne senin dediğin olacak, ne benim, yalnız Allah’ın ve Peygamberin dedikleri olacak dedik. Ve bu mukaveleye hep sadık kaldık. Bana göre en azından son bir asrın en muhteşem aşkını ve evliliğini biz yaşadık. Çünkü kırk dört yıl hiç kavga etmeyen bir başka çift olmamıştır.

















Bizim her ânımız bir ibadet şeklinde geçti. Dedikodu ile, lüzumsuz konuşmalarla hiç vakit geçirmedik. Rana, evlendiğimiz gece bir rüya görmüş. Bir pir-i fâni rüyasına ona yaklaşarak “İntibah ve inşirah” demiş ve kaybolmuş. Sabahleyin uyandığında bana sordu, “Sabri, bu rüyadaki sözler ne anlama geliyor?” dedi. Dedim ki, “Rana, artık senin için yeni bir hayat başlıyor, tamamen yeni bir hayat. İntibah bu. İnşirah da bu yeni hayattan duyacağın ferahlık ve saadet demek”. Hakikaten de evliliğimiz bir intibah ve inşirah oldu Rana için.










Birbirimize hep Allah’ın emaneti olarak baktık. Bir tek gün münakaşa etmedik, birbirimize itiraz etmedik. Rana benim için “Sabri, benim mürşidim” derdi.










Evlendiğimiz günlerde hanımlar arasında bir çuval modası vardı. Hiç de estetik olmayan bir kıyafet tarzı idi. Bir akşam otururken çuval modası hakkında ne düşündüğümü sordu. Hiç beğenmediğimi, kadın vücudunu ortaya çıkardığını söyledim. Biraz sonra Rana birden ortadan kayboldu. Bekledim, bekledim..., yok. Merak ettim, gittim baktım. Eline makası almış, elindeki iki elbiseyi makasla dilim dilim doğruyor. Meğer evlenirken kendine iki tane çuval elbise almış. Ben öyle söyleyince kimse giymesin diye onları doğramış. Bu olaydan sonra ona olan saygım, sevgim daha da arttı.










Ev almıştık, müteahhide borçlanmıştık bir süre için. O arada başkalarından borç almayalım diye hergün musluk suyu ile ekmek yemek durumunda kaldık. Rana, bir tek gün bile şikayet etmedi, “Ben Danıştay savcısıyım, bu nasıl olur” demedi. Suyla ekmeğimizi yerken birbirimize “Şimdi biz Sheraton’da kahvaltı yapıyoruz, şimdi Hilton’da yemekteyiz” diye takılır, güle oynaya yemeğimizi yerdik. Sonra borcumuz bitti, eski günlerimize geri döndük. Sonra bazı günlerde de nefsimizi terbiye etmek için Rana ile kuru ekmek yediğimiz oldu.










Bizim evliliğimiz hep böyle karşılıklı sevgi, saygı, anlayış içinde geçti. Nur içinde yatsın. Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaâti üzerine olsun.















Ben de kırk dört yıl boyunca ona hep saygı, sevgi duydum, hayranlık duydum. Onda hergün yeni bir güzellik bulurdum. Hiç bir gün ne çekmecesini, ne çantasını açmadım. Birgün bana “Sabri çantamda ilacım var, verir misin?” dedi. Tuttum çantayı öylece götürdüm. “Niye açmıyorsun” dedi, şaşırdı. “Kusura bakma Rana,” dedim, “ben senin çantanı nasıl açarım?”










-Efendim, ne kadar güzel bir insanmış Rana Anne, nur içinde yatsın. İnşallah bu güzel beraberliğiniz öbür dünyada da devam eder...










Efendim, siz bir sohbetinizde kırk mana büyüğüne hizmet ettim demiştiniz. Bunların en sonuncusu galiba manevi hocanız olan Münir Derman Hazretleri’ydi, değil mi?










Evet. Ona gelene kadar birçok veli zat tanıdım. Ama Münir Bey’i görünce ona aşık oldum, hayran oldum. Bazıları yurtdışında olmak üzere beş fakülte bitirmişti. Yedi lisan bilirdi. Onun kadar kültürlü bir insan hiç görmedim. Operatör doktordu kendisi.










Münir Derman Hazretleri:





www.gonulsohbetleri.net/html/sizden_gelenler/Dr.Münir DERMAN(k.s).jpg










-Efendim, Münir Derman Hazretleri ile tanışmanız nasıl oldu?










Münir Bey o zamanlar çıkan “İslam” mecmuasında her ay yazı yazardı. O yazılara hayrandım. Birgün dergiyi telefonla aradım, yazar hakkında bilgi istedim. Eskişehirde operatör doktorluk yaptığını söylediler. Telefonla randevu aldım, Rana ile gittik, tanıştık, elini öptük. Bana bir fotoğrafını imzalayarak hediye etti. Ondan sonra her hafta Cumartesi öğleden sonra Rana ile Eskişehir’e onun sohbetlerini dinlemeye gider, Pazar günü dönerdik. Münir Bey çok özel bir insandı. Kırklardandı. Ölümünden önce açıklamıştı bunu.










-Efendim, Münir Baba’nın kıymetini sağlığında bilebildi mi etrafındakiler?










Hayır. Ne gezer. Münir Bey’i gerçek anlamda anlayanlar çok ama çok ama çok az oldu. Eskişehir’de ona deli doktor derlerdi. Geceleri hastaların durumunu evinden hisseder, pelerinini giyer hastaneye koşarmış. Hemşire uyuyup kaldığı için bunalan hastalara yetişir, altlarına sürgü sürer, idrarlarını gider kendisi tuvalete dökermiş. Münir Bey, her zaman abdestli bulunurdu. Bize de hep sürekli abdestli olmamızı tavsiye ederdi. “Şartlar uygun değilse yanınızda teyemmüm taşı bulundurun, onunla teyemmüm abdesti alın” derdi.










Münir Bey’in sağ eli geceleri ışık yayardı bir fener gibi. Bu hassasına nasıl sahip olduğunu şöyle anlatmıştı: “Bir gün salgın hastalık başlayan bir köyden çağırırlar. Gider. O sırada tuvalet ihtiyacı olur. Köy tuvaletlerini bilirsiniz, dışardadır çoğu, yerden biraz yüksekçedir. Münir Bey girer, bakar bir sinek kuburun içinde çırpınıp duruyor. Bir an bile tereddüt göstermeden elini kuburdan içeri sokar ve sineği oradan kurtarır. Sinek elinden havalanır, uçar gider. “O günden sonra kubura soktuğum sağ elim karanlıkta fener vazifesi görüyor.” derdi.










-Efendim, galiba bir gün de iki şeridi arasına yüksek bariyer bulunan bir yolda yürüyerek karşıdan karşıya geçince, karşıda duran bir polis memuru gözlerine inanamamış. “Efendim,” demiş, “nasıl oldu da o bariyerlerden geçtiniz, hâlâ anlayamıyorum.” Münir Bey de gülmüş. “Bilmem ki yavrum” demiş.










Münir Bey çok kerâmetleri olan bir zattı. Çok heybetli idi. Bir Ramazan günü iftara eve misafirimizdi. O geleceği zaman dolaba buzlu su koyardık. Yarısı buz, yarısı su olan bardaktan içerdi. Çok az yemek yerdi. Yaz kış ince bir tişörtle dolaşırdı. O akşam içeri girerken gülümsüyordu. “Ne oldu Efendim?” diye sordum. İçeri girince anlattı. Yetmiş yaşlarında bir adamla karşılaşıyor gelirken. Adam iftar saatine çok az bir zaman kalmasına rağmen ağzında sakız çiğniyormuş. Münir Bey çok sinirlenmiş, adama yaklaşmış, dikkatle yüzüne bakmaya başlamış. Adam terslemeye kalkmış, “ne bakıyorsun” diye. Münir Bey de “Ben hayvanat mütehassıyım. Et oburlar yukardan aşağıya doğru çiğnerler, ot oburlar sağdan sola doğru. Sen hangi cinstensin diye bakıyorum.” Adam bunun üzerine iyice kızmış. O zaman Münir Bey de adama öyle bir bakışla bakmış ki adam korkup hemen dönmüş. Eğer bakmakta ısrar etseydi, orada yığılıp kalırdı. Münir Bey öyle celâlli bir adamdı çünkü...










Münir Bey, Rana’yı çok severdi. Rana’nın elinde ekzama vardı. Bana birgün “Sabri,” dedi, “dua etsen de şu ekzemam geçse, çok rahatsız ediyor.” Ben de “Münir Bey’e söyleyelim.” dedim. Eskişehir’e uğurlamak için tren garındaydık. Orda rica ettik kendisinden. Hemen oracıkta parmağını yalayıp, Rana’nın elini meshetti. Rana’nın eli ondan sonra günlerce gül koktu. Ekzemadan eser kalmadı.










-Efendim, Münir Bey’i sağlığında bizzat tanımış bir kimse “Münir Bey ameliyatlarını bıçaksız yaparmış” demişti. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?










Onlar elsiz de ameliyat yaparlar yavrum...










-Efendim, Şemsettin Yeşil Hazretleriyle de bizzat tanışmış mıydınız?










Evet. Onun İstanbul’da Etyemez’de babadan kalma bir konağı vardı. Orda her hafta sonu sohbet ederdi. Biz de Rana ile her hafta gider, onu dinlerdik. Onun sohbetinde bayılanlar olurdu. Çok tesirli idi sohbetleri. Çok önemli eserleri vardır. Çok şık giyinirdi. Bir de çok yakışıklı bir kimseydi. Ben daha ömrümde onun kadar yakışıklı ikinci bir kimse görmedim. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin soyundan geliyordu. Oradan da Peygamber Efendimize dayanıyordu soyu.










-Efendim, sizin bazı gençlik fotoğraflarınız da Şemsettin Yeşil Hazretlerine benziyor.










Orasını bilemem ama bizim de baba tarafından soyumuz Ahmet Yesevi Hazretlerine dayanır.










-Ahmet Kayhan Hazretleriyle de bizzat tanışmıştınız, değil mi?










Evet. O da çok büyük bir insandı. Gençliğinde hamalllık yapmış. Vahdettin’in İstanbul’dan ayrılırken bavulunu o taşımış. Onun da evi herkese açıktı. Adeta çağın Mevlana’sı idi. Kimseyi ayırmaz, herkese sevgi ve ilgi gösterirdi.










Ahmet Kayhan Hz. beni de çok severdi. Ziyaretine gittiğim zaman gözleri parlar, yanına oturtur, çayını bana verirdi. Birgün beraber oturduk, sohbet ediyorduk. Dışarda bir patırtı, gürültü duyduk. Hazret sordu: “Nedir mesele?” “Efendim,” dediler, “bir sarhoş gelmiş, sizinle görüşmek istiyor. Biz de engel oluyoruz. Durum bu.” Bundan hoşnut olmamıştı. “Oğlumu bırakın gelsin” dedi. Onu büyük bir sevgiyle karşıladı, “Hoşgeldin yavrum” dedi. Ona sarıldı. Sarhoş da, “Baba,” dedi, “ben senin huzuruna geldim. Tövbe etmek istiyorum. Bir daha içmeyeceğim.” Ve sonra Efendi Hazretlerinin en yakın talebelerinden birisi oldu.










-Onun için “Zamanının Gavsıydı” demiştiniz galiba bir sohbetinizde?










Evet!










-Edebiyat çevresinden de bazı yakın dostlarınız olmuş. Mesela Samiha Ayverdi, Cemil Meriç ve Mehmet Kaplan bizzat tanıştığınız ve görüştüğünüz kimselerdi değil mi?










Evet, hepsi de ailecek görüştüğümüz kimselerdi. Samiha Hanım, çok müstesna bir insandı. Ankara’ya geldiğinde misafirimiz olurdu. İstanbul’a gidince biz de onu ziyaret ederdik, sohbetlerinde bulunurduk. Cemil Meriç’i ziyarete gittiğimde ona kitap okurdum, dinlerdi. Sonraları gözleri rahatsızlandığı için ziyaretine gelenlerden kendisine kitap okumalarını rica ediyordu. Mehmet Kaplan’la da güzel bir dostluğumuz vardı. Nur içinde yatsınlar.










-Böyle güzel ve çok özel insanlarla tanışmak sizin için de, Rana Anne için de çok büyük bir nasip olmuş.










Efendim, şimdi biraz da izninizle Danıştay’daki yıllarınıza bir uzanalım mı? Orada kaç yıl hizmet verdiniz?










Otuz dokuz yıl Danıştay’da hizmet ettim. Danıştay tarihinde en çok muhâlif kalan üye oldum. Bazı günler evden çıkarken “Bak, Rana” derdim, “şimdi üye olarak evden çıkıyorum ama akşama Kızılay’da simit satan bir simitçi olarak geri dönebilirim.” Rana gülerdi, “Olsun, Sabri, biz de simitleri beraber satarız.” derdi. Öyle yiğit bir kadındı o! Sonra yaş haddinden emekli oldum.










-Yaş haddine kadar beklemenizin sebebi neydi? Yorulmamış mıydınız?










Yavrum, bir ara çalışırken çok sıkıntıya düşmüştüm. Emekli olmaya karar verdim. Ama içimde bir tereddüt vardı. Bir veli zata gittim, durumu anlattım. Bana bir olay anlattı: Vaktiyle Selimiye Kışlasında çok dindar, maneviyat ehli bir binbaşı varmış. Günü gelir gelmez hemen emeklisini almış. O gece rüyasında görmüş ki Peygamber Efendimiz Selimiye Kışlasını ziyaret ediyor ama onun bölüğüne uğramadan geri dönüyor. Adam bu rüya üzerine çok üzülmüş, gitmiş bir veli zata danışmış. Velî zât, bu rüyayı yorumlarken “Evladım,” demiş, “genç yaşta, hâlâ daha hizmet verebilecekken işinden ayrılmışsın. Resulullah Efendimizi gücendirmişsin.”










Ben bunları duyar duymaz dersimi almıştım. Eğer yaptığımız işi o anda bizden daha iyi yapacak kimse yoksa o işi yapmaya devam edeceğiz yavrum. O nedenle ben de yaş hâddinden emekli olana dek çalışmayı sürdürdüm.










-Efendim, hem çok okuyan ve araştıran bir kimse olarak hem de mesleğinizden dolayı sizin insanı anlama, insan psikolojisini yorumlama konusunda gerçekten büyük bir birikiminiz var. Acaba internet sitenize gelen sorulara cevaplar verirken bu bilgilerinize göre mi yoksa kalp aynanızdan yansıyanlara göre mi cevaplar veriyorsunuz?










Her ikisiyle birlikte...










-Bazan sitede verdiğiniz cevaplarda benzer gibi görünen durumlar için farklı çözümler önerdiğinizi düşünenler olursa onlara ne dersiniz?










Yavrum, hayatta hiçbir olay bir diğerinin aynısı değildir. Bir olaya ait çözümü kalıp gibi alıp benzer bütün olaylara uygulamaya, o kalıba göre herşeyi açıklamaya kalkanlar asla doğruya ulaşamazlar. Her olay kendi içinde farklıdır, her insan birbirinden farklıdır ve her olayın çözümü benzer gibi görünseler de farklı farklıdır. Burada çok dikkatli olmak lâzım.










Bugün bizim sitemizin dünyada bir eşi benzeri yok. Var diyen olursa buyursun göstersin. Bundan sonra da olmayacak. Çünkü bir Sabri Tandoğan bir daha gelmeyecek. Çünkü artık ne onu yetiştirenler var, ne de onun yetişmesine katkıda bulunabilecek o güzel insanlar ve o çevre var.















-Efendim, siz hayatınızın her döneminde o anda içinde bulunduğunuz durum her ne ise onun hakkını en güzel şekilde vermişsiniz, olayları ve insanları birbirleriyle kıyaslamadan hayatınızın her anında güzellikleri dolu dolu yaşamışsınız.





Sizce bugün hayatını böyle dolu dolu yaşayan, yaşama sanatının ustası olmuş kaç insan vardır?










Yavrum, bugün hayatını adam gibi yaşayan o kadar az insan var ki. Ben hayatım boyunca kimseyle kavga etmedim, kimseye küsmedim. Saçmalıklarla karşılaşmadım mı karşılaştım. Ölesiye bir mücadele verdim mi verdim. Ama hiçbir zaman darılıp, gücenmedim. Kendi dünyamı kurdum. Kırk dört yıl evli kaldım, eşimle bir tek gün münakaşa etmedim. Bir tek gün ona “Kalk bana bir su getir” bile demedim. Yanında ayak ayak üstüne atarak oturmadım. Ona yan gözle bakmadım. Her işimi aşkla, şevkle yaparak sevilen, sayılan bir kimse olmaya çalıştım. Nerde güzel olan birşey varsa onu araştırdım, inceledim. İnsanları, hayatı etüd ettim. Hayatı ve insanları anlamaya çalışmaktan başka bir ihtirasım olmadı. Bugün yetmiş yaşımda bile bu aynen devam ediyor. Dünyadaki yedi milyar insan benim kardeşim. Hangi düşüncede, inançta, felsefede olursa olsun benim kardeşim. Ben hepsini bağrıma basmaya hazırım. Herkesin derdini paylaşmaya hazırım. Ben şu anda dünyanın en mutlu insanı olarak görüyorum kendimi. İşte hayatı adam gibi yaşamak budur. Yeryüzündeki bir kum tanesinden gökyüzündeki samanyoluna kadar insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle eşya ve cemadatıyla bütün evreni Muhammedi bir aşkla kucaklamak...










“Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz”










diyebilmek.










“Aşk gelicek, cümle eksikler biter”










diyebilmek.










“Her dem taze doğarız, bizden kim usanası”










diyebilmek...










Benim hayatta bir tek üzüntüm oldu: O da insanların benden yeterince istifâde etmemesi. Bakın bunun için onlara dargınım, küskünüm filan demiyorum, dikkat edin. Ne yazık ki büyük televizyon kanalları benden istifâde etmiyor, buna çok üzülüyorum. Sanki Türkiye’de ikinci bir Sabri Tandoğan varmış gibi bana ilgisiz kalıyorlar. Ve o çok sevdiğim insanlara ulaşmama, onların derdini, ıstırabını paylaşmama imkan vermiyorlar. Acaba bunun hesabını yarın Allah’ın huzurunda nasıl verecekler?










Ama ben herşeye rağmen sadece Allah rızası için insanlara gece gündüz faydalı olmaya uğraşıyorum. İnternet sitemi de bu amaçla kurdum. Bugün hiç kimse hayatı benim kadar objektif göremiyor, benim kadar güzel sentez yapamıyor. Ben kendimi küçük yaştan itibaren buna hazırladım. İnsanları hep sevdim, çok sevdim. Onlara yalnızca Allah rızası için ayrım yapmaksızın hizmet etmek benim için yüce bir gaye oldu herzaman için. Daha gençlik yıllarımdayken yazdığım bir şiirde şöyle dile getirmiştim bunu:










Ben sevgilerin türküsünü söyleyeceğim


Belki şimdi, belki başka bir zaman


Karanlık gönüllere ışık serpeceğim


Sevgilerle dolan bakışlarımdan...





Hayatı ben sevdireceğim gayri


Yaşama gücünü yitirmiş insanlara


Ana sütü gibi duru ve ılık mısralarım


Derman olacak umutsuz kalanlara





Sevgisiz ve inançsız yaşayanlara


Önce sevginin tadını öğretmeliyim


Boş ve karanlık kalmış gönüllere


İnançtan nurlu ağaçlar dikmeliyim





Sevgisiz yaşanmayacağına inanmışım bir kere


İyi günlerin rüyasını görürüm


Umutlu ve aydın düşüncelerle uyanır


Çalışmadaki hazzı düşünürüm





Hepsinin derdini paylaşmaya hazırım


Ne kadar kederli varsa şu dünyada


Sarmak...sarmak ister onları kollarım


Sıcacıktan, kardeşçe, dostça





Cümle dertliler arasında da olsam


Hayatı sevdiririm onlara


Dostların yaşama sevincini bulacaksınız artık


En tatlı seslerle mısralarımda...





Aşkla inançla bağlanıp hayata


Kederlerden silkininiz


Sımsıcak sevgilerle uzatıyorum ellerimi


Geliniz...





Asırlar ötesine varmalı sevgilerimiz


Örnek olmalı gelecek nesillere


Vaktiyle yaşanmıştı diye


Dillerde söylenmeli türkülerimiz...





Duyuyor, biliyor, inanıyorum ki


Yaşamak sevgilerle güzel


El ele tutuşup ilan edelim


“Aşk gelicek cümle eksikler biter”















İnşallah, Allah bu hizmeti bana son nefesime kadar nasibeder.















-Efendim, sizin hayat hikâyeniz çok anlamlı ve bir o kadar da düşündürücü. İnşallah o televizyon kanalları da, bizler de sizin bu hizmet aşkınızın gereğince farkına varabilir ve sizin sevgi pınarınızdan akan güzellikleri bir özsu gibi yudumlayabiliriz. Siz, bunun için gerekli bütün ortamı ve imkânları bizlere sunuyorsunuz. İnşallah hayırlı ömürler içinde hizmetleriniz nice yıllar daha devam eder. Ve rahmetli annenizin gördüğü rüyada olduğu gibi hizmet şemsiyeniz ve gönül dostlarınız günden güne bütün dünyayı kaplar... Bizler de bu şemsiye altında olabilmenin güzelliğini lâyıkıyla idrak edebilenlerden oluruz inşallah.










Efendim, sevgi dolu dünyanızın kapılarını bizlere açtığınız için, Hak’ka ve insanlığa hizmete adanmış örnek yaşantınızdan kesitleri içtenlikle paylaştığınız için size çok teşekkürler ediyoruz. Üzerinizde emeği olanlardan Hakka göçenlere de Allah’dan sonsuz rahmetler diliyoruz.










...










Ve Sayın Büyüğümüzün “Bekleyiş” adlı şiir kitabından “Yaşamak İstiyorum” şiiriyle tamamlıyoruz sohbetimizi...















“Yaşamak... yaşamak istiyorum


Cümle kaygılardan uzak,


Sevgiler doldursun gayri kalbimi


Sımsıcak...





Sevgiler, sonsuzluk kadar uzak


Sevgiler, yalnızlık kadar yakın


Sevgiler, sevgiler cümle sevgiler


Beni kuşatın...





Ana sevgisi, bacı sevgisi


Toprak sevgisi, ağaç sevgisi


İlle de yâr sevgisi oyy...


İlle de yâr sevgisi





Bilinmez rüyalar içinde geceleri


Tükenmez özlemler içinde gündüzleri


Sevgilerden yanaydı hep


O’nun düşünceleri...





Sevgiler dudaklarında türkü


Yanaklarında renkti


Söz açılınca sevgilerden yana


Gözlerinin içi gülerdi





Sevmek delicesine deliler gibi sevmek


Sevgiler içinde yiterek eriyerek


Ta göklere kadar hem


Hem Allah’a kadar sevmek...





Sevgiler üstüne kurulmuş dünya


Mayıs akşamları kadar hoş


Madem ki doldurmaya geldik testimizi


Gitmesin elimizde bomboş...”





Yüzyıllar ötesine ulaşmalı sevgimiz


Örnek olmalı gelecek nesillere


Vaktiyle yaşanmıştı diye


Dillerde söylenmeli türkülerimiz...






























Sabri Tandoğan





“Bekleyiş”










...










Nisan 2009





Ankara





------------------------------------------------------------------------





Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları


Sayın Çiğdem Hanım,





Kıymetli yavrum, büyük emek sarfıyla sohbetlerde notlar almışsın. Sonra onlardan güzel bir kompozisyon meydana getirmişsin. İyi güzel de benim hayatım buna değer mi? Ben sıradan, basit, kendi halinde yalnızlığını yaşayan bir insanım. Maşaallah en ince ayrıntılara bile dikkat etmişsin. Sağol yavrum. Senin de sevenlerin çok olsun.





Günümüz Türkiye’sinde manevi değerler sistemli olarak çok ince metodlarla öyle gizli gizli yıpratılıyor ki. Mesela Hazret-i Ademden bu yana yapılan televizyon programlarının en adisi, en alçağı olan “Yemekteyiz” programının şu anda altmış sekiz ülkede birden gösterildiğini biliyor muydun? Nerden bileceksin? Tek amaç aile bağlarını yıpratmak, insanlar arası güzel ilişkileri yok etmek ve nimete karşı, ekmeğe karşı kâinatın en büyük namussuzluğunu göstermek. Bütün bunlar ve o rezil, o kepaze evlenme programları hep toplumu çürütmek amacıyla gösteriliyor. RTÜK buna seyirci kalıyor. Bakıyorsun, seksenbeş yaşında adam utanmadan arlanmadan torunu yaşındaki, otuzaltı yaşındaki bir hanıma talip oluyor. İnsanın yuh çekeceği geliyor. Be adam, bu evlilik olsa, o kadının önünde rezil, kepaze olmak hoşuna mı gidecek? O kadın sana boynuz taktırırsa bundan zevk mi alacaksın be şerefsiz adam. Amaç ne? Hep aileyi tahrip etmek, yıkmak. O diziler var ya o diziler, onlardan tiksiniyorum, iğreniyorum, nefret ediyorum. Amaç tek: Türk insanını dejenere etmek. Daha bir kere karı-koca arasında insanca, efendice, medenice bir ilişki görmedik. Hep çatılan kaşlar, sıkılan dişler, kenetlenmiş yumruklar. Bu mu Türk ailesi? Be alçak, şerefsiz insanlar, bu mu Türk ailesi?





İşte yavrum, sen bütün bu rezillikler, pislikler içinde ömür boyu nezih, temiz ve güzel yaşamış bir insanı site mensuplarına sunuyorsun. Allah senden razı olsun. Tuttuğun altın olsun.





Değerli yavrum, bir ömür boyu hep insanları sevdim. Onlara hizmet etmek için çırpındım. Kul bilmezse Allah bilir. Önemli olan bütün bunlara rağmen Allah rızası için hizmete devam etmek. Hayatta birçok nankörlüklerle karşılaştım. Bazı kimseler beni kırmak, üzmek, incitmek için, hayata küstürmek için ellerinden geleni yaptılar. Ben sadece onlara sevgi duydum. Gece gündüz onlar için hayır dua ettim. Kim kazançlı çıktı, kim kaybetti, yarın Allah’ın huzuruna çıktığımız zaman göreceğiz. Hayırlısı. Ne demiş atalarımız: “Bekle, gör.”





Sevgili yavrum, bugün yetmişbeş yaşındayım. Birçok hastalıkları üzerimde taşıyorum. Ama sen de görüyorsun ki gece demeden gündüz demeden insanlara faydalı olmak için çırpınıyorum. Çünkü biliyorum ki en büyük ibadet; insanları sevmek ve onlara hizmet etmek. Biliyorum, itiraz edenler çıkacak. “Ama,” diyecekler, “sizi kıranlar, incitenler...”. Hayır, hayır, bunları dinlemek istemiyorum. Ben kimseden teşekkür dahi beklemiyorum. Sadece Allah rızası için hizmet ediyorum...










Değerli yavrum, gösterdiğin ince dikkate, hassasiyete çok teşekkür ediyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.










Sabri Tandoğan


Aziz Ruhları Şad Olsun.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]