Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Hak aşıkları ile sohbet.
Gönderen : Siteden
Tarih : 6/17/2017 10:25:13 PM


.



SON DEVRİN HAK AŞIKLARINDAN AYTEN ANNE İLE SOHBET
Tarih: 31 Ekim 2009, Cumartesi.


O gün Ankara’da misafirlerimiz vardı. Sayın büyüğümüz Sabri Babamızı yurdun çeşitli yerlerinden gelen bazı gönül dostları ziyaret edeceklerdi. Birlikte dışarıda yenilen bir yemek ve sohbet sonrası Ayten Anne’yi de ziyaret etmeye karar verildi...





Sabri Baba telefonla:





“Anneciğim, bugün sizi ziyarete gelmek istiyoruz mümkün mü, müsaade var mı?” diye soruyor, ve ekliyor “Yanlız,” diyor, “dokuz kişiyiz. Almanya’dan gelen bir kızımız da var, seni görmeyi çok arzu ediyor.”





Ayten Anne: “Dokuz kişi de ne demek, isterseniz bir ordu olun, buyurun bekliyorum.” cevabını verince Sıhhiye Sağlık Sokak’taki evine doğru yola koyuluyoruz.





Kendisine hizmet eden bir hanımla birlikte Ayten Anne bizi kapıda karşılıyor. Tombul yüzlü, orta boylu, güler yüzlü ve hatta gözlerinin içi gülen yetmiş beş veya biraz üzeri yaşlarda kıpır kıpır bir hanım. Elinde sürekli çektiği bir tespihi var. Salona buyur ediliyoruz, Sayın Büyüğümüz oturduktan sonra bizler de yerlerimizi alıyoruz. Tam karşıda pencere önünde ortada bir yere ilişiyoruz ki Ayten Annemizin salonda tam da karşısına gelen bir yere oturmuşuz. Böylece hem onu hem de pencerenin önündeki ağacın dallarını dolduran kuşlarını yakından görebiliyoruz. Üstü birinci kattaki pencere hizasında biten ağacın dalları kuşların pencereye konabilmeleri için adeta bir örtü gibi yayılmış...





Ayten Anne kuşlara olan dostluğu ile biliniyor, onlar için pencerenin hemen yanında bir buğday kabı var. Salonda, ortada, yerden az yüksek bir masa, masanın çevresinde gelen misafirlerin oturması için karşılıklı sedirler ayrıca aralarda koltuk veya yer minderleri yer alıyor. Son derece mütevazı bir ev, duvarlarda Esma-ül Hüsna levhaları, Mekke, Medine fotoğrafları ve bazı hat yazıları dikkat çekiyor. Aralardaki sehpaların üzerlerinde tespihler var ki bir tanesi dikkatimizi çekiyor. Nerdeyse yarım ceviz büyüklüğünde, dışı pürüzlü doğal taşlardan yapılmış, ara ipi kalın bir tespih... (Bu tespih acaba zikir çekerken uyuyakalanlar için mi düşünülmüş??? )





Karşılıklı hatır soruluyor Sayın Büyüğümüzle, Ayten Hanım arasında. Ayten Anne, “Biz Sabri Bey Kardeşimle tanıştığımızda sizler hayatta bile değildiniz belki de.” diyor. Ayten Anne hiç evlenmemiş, zahirde yalnız yaşayan bir hanım. Ancak soranları, sevenleri var. Haline sonsuz şükürler ediyor. Yüzünde tatlı bir tebessüm hali hep devam ediyor. Gözleri pırıl pırıl. Ayten Anne’nin de diğer manevi sultanlarda olduğu gibi bütün varlığa karşı büyük bir sevgi ile dolU olduğu aşikar. Kenarda odayı ısıtmakta olan gazlı sobayı “Sarı kızım” diye okşuyor: “Bizi hiç soğukta bırakmaz.” diyor.





O sırada pencerenin önünde konan kumru kuşlarını Fatmagül Hanım’dan beslemesini rica ediyor. O da “memnuniyetle” diyerek camın önüne buğdaylardan bırakıyor. Gün içinde belli zamanlarda besleniyormuş kuşlar. O saatleri bilerek geliyorlar. Bu arada dala konan kumrulardan birisi farklı açılardan pozisyon alarak hayranlıkla Sayın Büyüğümüzü (Sabri Baba’yı) izliyor.





Başımı iyice çevirince pencerenin önünde inanılmaz güzellikte bir bordo renkteki Afrika menekşesi ile göz göze geliyorum. (Acaba ayrılırken Ayten Anne’den bir yaprak istesek mi, edeben uygun olur mu??? Neyse bunu sonra ayrılırken tekrar düşünürüz, diyorum...)





Ayten Anne sohbetine devam ediyor, “Her şeyi sevin yavrularım, her şeyi. Her varlıkta Allah’ın bir tecellisi var, onu görmeye çalışın. O her yerde, yanımızda yöremizde. Ben etrafımdaki her şeye sevgiyle bakarım. Hiç kimseyi ayırmam, inanmış inanmamış. Hep Yarabbi, diye dua ediyorum, bana öyle uzun kollar ihsan et ki o kollarla dünyadaki bütün insanlara, ister inanmış, ister inanmamış olsun, her ne sıfatta olursa olsun uzanabileyim, onları kucaklayabileyim, hepsini bağrıma basabileyim.”





Mesela bizim bu evden bir çiçek yaprağı dahi vermemiz uygun olmaz, sonra bizi neden ayırdın diye sitem ederler.”





(Böylece aradığımız cevap geliyor... )





Konuşmasını sürdürüyor; “Etrafta gördüğünüz her şeye ayrı ayrı selam verin. Biz hacca gittiğimiz zaman bize denildi ki ‘Senden buralara çok selam ulaştı...’ ”





Almanya’dan gelen gönül dostu kardeşimiz Suna Acıöz Hanım sorma lüzumu duyuyor: “Bu davranışlarımızın karşılığı bir gün bize döner değil mi?”





Ayten Anne: “Ben karşılık beklemem ki yavrum.” diyor. “Ne karşılığı?”





Sabri Baba müdahale ediyor, “Karşılıktan neyi kasdetdin yavrum?





Suna Hanım, açıklamaya çalışıyor: “Ne bileyim, ilahi lütuflar, manevi durumlar...”





Sabri Baba: “Biz yaptığımız her şeyi karşılık beklemeden yapacağız. Sadece Allah rızası için olacak her şey”.





Hizmet eden hanım biraz sonra bilindik bir marka gül suyu takdim ediyor. Elimize aldığımız andan itibaren mest edici bir koku yayılıyor. Alışık olduklarımızdan çok farklı.





“Efendim, bu gülsuyuna acaba ayrıca gülyağı mı kattınız?”





Ayten Anne:





“Ne gülyağı katacağım yavrum, onu Allah gönderdi, onun için böyle kokuyor.” Alın daha çok alın.” Masanın üzerindeki leblebileri gösteriyor, “buyurun” diyor, “Erzincan leblebisi bunlar. Onları da Allah gönderdi. Ben herşeyi Allah'tan bilirim. Şifa niyetine yeyin.”





Durur muyuz, tabi leblebilerden afiyetle yiyoruz.





Nimet Hanım, “Çocukluğumdan beri en çok sevdiğim şey leblebi ve kuru üzümdür.” diyor.



Vahap Ağabey de leblebileri götürürken espri yapıyor, “Hani,” diyor, “yanlış anlaşılmasın biz sadece şifa niyetine diye yiyoruz.”







Ayten Anne: “Ben dua ederim, Yarabbi derim, Sen bize nimetlerini gönder, biz de kullarına yedirelim, içerelim. Eğer birşey kalırsa biz de onları yiyelim. Kalmazsa şükredelim. Ben, her şeyi Allah’tan isterim. Sizler de öyle yapın, her şeyi O’ndan isteyin. Başkalarından bir şey beklemeye ne gerek var? Biz önce ibadetlerimizi yapacağız. O’nu her varlıktan üstün tutacağız. O’na dua edin, kulluk edin de bu kıymetli büyüğünüzü size bağışlasın. Her şeyi veren, bağışlayan O.”







“Bir şey eğer kısmetinizde varsa sizi bulur.





Kısmetinde varsa gelir Şam’dan, Yemen’den



Kısmetinde yoksa ne gelir elden?”





Bir ara gözü Nimet Hanım’ın yere bıraktığı çantasına ilişiyor, “Yavrum, diyor, “o çantayı yukarıya bir yere koyun, bize içinde dua olduğu ilham olundu.” Nimet Hanım çantasını arkada bir yere kaldırıyor.





Hizmet eden hanım (içli bir hanıma benziyor) çay servisi yapıyor. Gelirken hazırlattığımız ve üzerinde “Ayten Annemize Sevgi ve Saygıyla” yazılı pastadan ikram ediyor. Kendileri bir de kek hazırlatmışlar. Afiyetle yiyoruz. Ayten Anne: “Dün de on kişiydik.” diyor. “Herkes rızkını yer yavrum. Demek ki sizin de bugün burada rızkınız varmış. Her şey nasip meselesi. Buraya gelmeniz de bir nasip. Her şeyden yeyin, şifa niyetine...”





(Çaylar için şeker getiriyor hanım. Çayı şekersiz içmemize rağmen Ayten Anne’nin onu da şifa diye nitelemesi ile ilk defa uzun bir aradan sonra şekerli çay yudumluyoruz...)





Sabri Baba, biraz sonra içerisinin sıcak olduğunu söyleyerek elektrik sobasının kapatılmasını istiyor (Bunun biraz da ev sahibine külfet getirmemek için olduğunu sonradan öğreniyoruz.)





Ortada bulunan masanın üzerinde bir toprak testi var, ağzı bir çam kozalağı ile kapatılmış. Susayanlar oluyor. Bardak getiriliyor. Tatlı ve tam kıvamında soğumuş sudan yudumluyoruz. Herhalde özel alınmış bir içme suyu diye düşünürken Ayten Anne, “Bu musluktan akan sudan” diyor. Ama çok önemli bir noktaya da işaret ediyor: “Ben her sabah bu testiyi doldururum. Sonra da üstüne başka su karıştırmam. Sabah namazı kılınıp selam verildikten sonra çeşmelerden Zemzem akar. Sonra onun üzerine başka su doldurmayın, diyor. (Halk arasındaki bir rivayete göre bayram namazlarından önce mahalle çeşmelerinden Zemzem aktığına inanılır ve çocuklar gönderilerek kaplar doldurulurmuş... Demek ki bu şekilde de olabiliyormuş...)





Mürüvvet Hanım bir ara iç çekiyor. Ayten Anne “Aman yavrum,” diyor, “her ne durumda olursa olsun hep ağzınızdan faydalı sözler çıksın. Mümkün olduğunca da az konuşmaya bakın. İnsanın ağzından çıkan her kelime onun için çok önemlidir. Diliniz damağınıza yapışık olsun.”





“Geceleri de az uyumaya bakın. Ben en çok kış mevsimini severim. Geceleri bereketli olur çünkü. Gecelerin feyzi bambaşkadır.”





Suna Hanım soruyor: “Bunu nasıl başaracağız peki. İşyerinde çok yoruluyoruz. Eve geldiğimiz zaman başka bir şey yapacak halimiz kalmıyor.”





Ayten Anne: “Yemeği azaltın. Az yemek yiyenin uykusu da hafif olur”. diyor. (Ve esprili bir sözle bunu açıklıyor: Hatırımızda kalmasa da “Şöyle yemek yiyenin böyle uykusu olur” manasında bir söz. Suna Hanım ve Fatmagül Hanım not ediyorlar.)







“Efendim, burada bir çok şey yedik ama?” diyoruz, “Olsun burada yeyin, sonra yemezsiniz diyor.





“İnsan uykuya dalınca ruh bedenden ayrılır. Uyanmadan önce de tekrar geri gelir. Ne ayrıldığından haberimiz olur ne de döndüğünden. Uyumadan önce siz de “Yarabbi, ruhum Sana geldiğinde ona bilmediklerini öğret. Eğer geri göndereceksin öylece gönder. Göndermeyeceksen iyilerin ruhlarına dahil et” diye dua edin.” “Ledün İlmi...” diyerek bilgiden neyi kastettiğini açıyor...





“Ölüm diye de bir şey yok bu mekandan öbür mekana geçiyor insan. Benim bu hayatta en büyük korkum; yarın öbür tarafta “Emanet ettiklerimizi layıkıyla bekledin mi derlerse ne diyeceğim” bu.” diyor.





“Nefsini terbiye etmek çok önemli. Bazan canımın çok çektiği bir şeyi uzun süre yemem. Beyazid-i Bistami Hazretleri’ne sormuşlar: ‘Neden evlenmiyorsun?” Hazret demiş ki: “Ben daha nefsimi boşayamadım ki ikincisini alayım...’ ”





(Bu arada dikkatimizi çekiyor, hizmet eden hanımdan bir şey isteyeceğinde çok tatlı bir üslupla öyle sevgi dolu olarak söylüyor ki hemen yapılmaması mümkün değil...)





Ayten Anne hepimize sürekli yeni şeyler öğretiyor biz farkında olmadan...





(Zaman zaman gözlerinde arada bir yanıp sönen kıvılcımlara tanık oluyoruz. Sanki gözlerinde sürekli bir ışık parlıyor.)





Akşam ezanı okunuyor. Nermin Hanım’ın iftar vakti.





Azize Anne: “Evde sadece çorba var.” diyor. Küçücük bir tencerede şehriye çorbası getiriliyor. Yağ, şehriye ve sudan mütevellid. Evin imkanlarının bu kadar olduğunu anlıyoruz. Sofraya ayrıca tahin helvası ve beyaz peynir de getiriliyor, bir kaç dilim domatesle beraber. Nermin Hanım’ın iftar etmesi için yerdeki masanın örtüsü açılıyor, geriye doğru, Nermin Hanım yer masasına oturmak için bir hayli zorlanıyor. “Eskiden beri hiç sofrada oturamam.” diyor Nermin Hanım. Ayten Anne ona nasıl oturması gerektiğini tarif ediyor. Sonra Ayten Anne, bizlerin de çorbadan tatmasını istiyor. O minik tencereden hepimize çorba ikram ediliyor.





Sabri Baba peynirin de tadına bakıyor, çok beğeniyor. Bu Lüleburgaz peyniri imiş. Sabri Baba espri yapıyor:





“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,



Olmaya devlet cihanda bir dilim Lüleburgaz peyniri gibi”





Herkes gülüyor. Nimet Hanım, “Efendim, Lüleburgaz İstanbul’a çok uzak değil, gider alırız.” deyince Ayten Anne “Oraya niye gideceksin, Allah’dan isteyin yavrum, O size gönderir.” diyor.





Hâlâ tencerede yarıdan fazla çorba duruyor. Ayten Anne “Bu çorba bir ordu gelse yine de yeter” diyor. Hizmet eden hanım, “Bu hacı annemin bereketi.” diye açıklıyor. Ayten Anne “Ben sebzelerin sararan yapraklarını atmam, zaten yemeğin içinde de sararıyor, çürümüşse o başka.” diyor ve yemeklerini hep tahta kaşıkla karıştırdığını ve güveçte pişirmenin en güzeli olduğunu belirtiyor.





Bu arada Nimet Hanım’ın hatırına gelmiş olacak “12 Ekim’de Azize Anne’nin de vefat yıldönümü idi” deyince hep birlikte ruhu için Fatiha okuyoruz. Sabri Baba, Azize Anne'nin evlatlarına sitem ediyor, annelerini huzur evine bıraktılar son demlerinde, diye. Ayten Anne de "Onlar da bunun aynısını yaşayacaklardır. Çünkü insan ne ekerse onu biçer.” diyor.





Ayten Anne, yanında oturan Sıdıka Hanım’a elindeki tesbihle ne okuduğunu sorduğundan olacak “Ya Rahman, Ya Selam, Elhamdülillahi Rabbil Alemiyn” zikrini tekrarladığını söylüyor. Okunmasını tavsiye ediyor.





Yemekten sonra Acve hurması ikram ediliyor, Ayten Anne “Bu mübarek bir hurmadır. Resulümüzün eli değmiş.” diyor.





Artık yavaş yavaş ayrılık vakti... Bugün çoğunlukla dinlemeyi tercih eden Sabri Baba, “Bakın çocuklar” diyor, “işte Ayten Anne’yi tanıdınız. Ondaki teslimiyeti, manevi neşe halini gördünüz. Bugün eğer oturup bir kütüphane dolusu kitap okusaydınız burada öğrendiklerinizin çok azını bile size kazandırmazdı. Ama yaşayan bir örnek üzerinde bunları müşahade ettiniz.” Biz de kendisine hak veriyoruz...





Evden çıkarken Ayten Anne bizleri kapıya kadar uğurluyor, “Her şey gönlünüzce olsun yavrularım.” diyor ve nasihat ediyor “Aman,” diyor, “diliniz damağınıza yapışık olsun. Az konuşun.”





Veda edip ayrılıyoruz. El öpmemize ve fotoğraf çekilmesine müsaade etmiyor, “Bize bunun için izin verilmedi”. diyor.







Ve dönüş yolculuğu...





Sabri Baba Ayten Hanım’la ilgili bir anısını anlatıyor. Ayten Anne vaktiyle Ankara’da ince terzilik işleri yapan ve bu nedenle çok aranan bir hanımış. Bir ara gözleri görmemeye başlıyor ve işini yapamıyor. O ara ev sahibi de evden çıkmasını istiyor. “Çok zor durumda kalan Ayten Anne’yi teselli etmek için” diyor Sabri Baba, “yola çıktık Rana Hanım’la, ama bir türlü karar veremiyoruz; ne desek, ne söylesek de teselli etsek diye. Eve vardık. Ayten Anne gayet neşeli, sakin. Biz onu teselli edecek yerde o bizi teselli etti.” “Ben ne düşüneceğim, Allah beni görüyor, O düşünsün,” demiş Ayten Anne...





O akşam Ayten Hanım’ın durumu İtalya’ya eğitim için giden ve orada evlenip yerleşen yeğeni Şima Hanım’ın rüyasına giriyor. “Sen,” diyorlar “burada keyfine bak, Ayten Hanım şimdi orada çok zor durumda.” Şima Hanım sabah ilk uçağa atlayıp Ankara’ya geliyor, bakıyor rüyada gördükleri doğru. Hazırlıklı gelmiş, Ayten Anne’ye “Haydi” diyor, “sana ev bakacağız. İki sokak ilerdeki şimdiki evini satılık olarak görüyorlar, hemen ev sahibi ile orada anlaşıp, tapu dairesine gidip evi Ayten Hanım’a alıyorlar. Şima Hanım “Ben,” diyor “akşam uçağı ile dönmeliyim.” Ve biraz da yeni eve taşınma işleri için para bırakarak İtalya’ya geri dönüyor.





“Bir Ramazan’da da Rahmetli Doktor Münir Derman Hz. İle Ayten Anne’yi birlikte iftara davet etmiştik” diyor Sabri Baba. Bu arada Münir Bey’in ayakkabılarının her akşam temizlendiğini ve bağcıklarının muhakkak yıkandığını da öğreniyoruz...





Ve bütün öğrendiklerimizden anlıyoruz ki Allah dostlarının her halleri, her davranışları başka, onlar herkesten çok farklılar, her hususta özel düşünüyorlar, sınırsız bir sevgi ve teslimiyet anlayışları var, sonsuz güzellikleri her dem yaşıyorlar ve yaşatıyorlar...


ALLAH CÜMLESİNDEN RAZI OLSUN, MEKANLARI NUR OLSUN İNŞALLAH. AMİN.
Sayfa Ekibi

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]