Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Yaşama sevinciyle uyutulmuyor keder...
Gönderen : Sabri Babadan Selam
Tarih : 12/7/2016 5:16:15 PM


.



Kıymetli yavrum,


Yunus Emre, bir şiirinde


“Hiç kimse bilmez bizi


Biz ne işin içindeyiz”










diyor. İnsan bilinmeyen bir varlık...Sırlı bir varlık. Atila İlhan bir şiirinde










“Anladım imkansız şey





Bir insanın bir başka insanı anlaması”










diyor. Bu bilinmeyen öyle bir çizgiye ulaşıyor ki o noktadan sonra insan kendi kendisini bile anlayamıyor. Onun için Necip Fazıl










“Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?”










diyor. Alexi Carel en büyük eserinin ismini “İnsan bu Meçhul” koyuyor. Ve en önemlisi, insanı en çok ürperteni bir Kudsi Hadis oluyor: “Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım”. Yıllardan beri bu Hadis düşünürüm. Bazan titrer, ürperir, bazan ağlarım. Ve içimden mütemadiyen tekrar ederim: “Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım” diye. Bir zamanlar radyolardan, televizyonlardan, CD’lerden çok işitirdik Hümeyra’nın şarkısını:










“Öyle uzak ki yerin,





Uzakları aşıyor,





Ve bütün sevdiklerim





Benden ayrı yaşıyor










Ya herşeyim, ya hiçim





Sorma dünyam ne biçim





Bir kördüğüm ki içim





Çözdükçe dolaşıyor”










Nice geceler Hümeyra’nın bu şarkısı beni hüngür hüngür ağlattı.





Efendim, zor bir dünyada, zor bir ülkede, hepimiz çok zor şartlar altında yaşıyoruz. Kadıni erkek, genç ihtiyar, köylü kentli, hepimiz dengemizi koruyabilmek için olağanüstü bir çaba harcıyoruz. Herşey üstümüze üstümüze geliyor. Elinize bir gazete alıyorsunuz, aman Yarabbi.Cinayetler, hırsızlıklar, gasplar, tecavüzler, rüşvetler, sapıklıklar uzayıp gidiyor. Bir tek yüzünüzü güldüren haber çıkmıyor. Televizyonu açıyorsunuz, o daha da beter. Bir tek ama bir tek insanın içine ferahlık veren, insana huzur veren, mutluluk veren konuşma yok, program yok. Çeşitli mesleklerden, çeşitli toplum katmanlarından gelen televizyonlar hep aynı şeyi söylüyorlar: “Sabri Bey, diyorlar, sizin televizyondaki konuşmanızdan başka bize huzur veren, güzellik veren, bize unutmuş olduğumuz yaşama sevincini duyuran ikinci bir ses yok diyorlar”. Ne acı! Bugün Dil Tarih Fakültesinin karşısındaki Ankara Adliyesinin kapısından girin biraz ötede uzayıp giden boşanma mahkemeleri. Hepsi kapısına kadar dosya dolu. Bazan koridorlara taşıyor. Ve gösterilen neden hep aynı: Şiddetli geçimsizlik. Gidelim şöyle Çankaya’dan Aydınlıkevler’e kadar bir yürüyüş yapalım. Ne göreceğiz? Sıkılmış yumruklar, kenetlenmiş dişler ve karmakarışık, ama karmakarışık yüzler, çehreler, ifadeler. Özden Hanım, siz bu insanların üzerine eleştiriyle, yargılamayla giderseniz onları çıldırtabilirsiniz. Onlar, minicik, ama minicik sevgilerin, saygıların, inceliklerin özlemleri içinde yanıp kavruluyorlar. Onlar, ellerini sevgiyle tutacak bir el, omuzlarına sevgiyle konacak bir temas bekliyorlar. Onlar yanıyorlar, onlar cayır cayır yanıyorlar. Senelerce evveldi, bir gün Rana Sultan’la beraber rahmetli Cemil Meriç’lere gitmiştik. Cemil Meriç’in çok değerli, çok muhterem kızı Ümit Meriç konuşuyordu, ben ağlıyordum. “Dün gece dedi Ümit Meriç, öyle bir yalnızlık hissettim ki yaz gecesi açık pencereden giren bir sineğin elimin üstüne konmasını bekledim. Belki yalnızlığımı paylaşır diye”. Aradan yıllar geçti. Bu sözü unutamadım. Birçok defalar beni ağlattı. Özellikle ondört şubatta çok sevgili eşim Rana Hanım’ın vefatından sonra birilerinin bana zalimce darbeler indirmelerinden sonra hep Ümit Meriç’in sözünü hatırladım. Öyle yalnızdım, öyle çaresizdim ki, pencerenin dışında dolaşan bir sinek gördüm. “Keşke dedim, içeri girse de yalnızlığımı onunla paylaşsam”.





Özden Hanım, bugün insanlar öyle acılar, ıstıraplar çekiyorlar ki dertlerini kimselere anlatamıyorlar, ıstıraplarını kimseyle paylaşamıyorlar. Bazan gözyaşlarını bile içlerine akıtıyorlar. Ne olur Allah aşkına, Peygamber aşkına mukaddes bildiğiniz neler varsa onların aşkına bu insanların üzerlerine eleştirilerle, yargılamalarla gitmeyelim. Bizden su isteyen insanlara, içleri alev alev yanan insanlara benzin götürmeyelim. Bugün insanların istediği sımsıcak bir merhaba, bembeyaz bir tebessüm, tertemiz bir ilgi. Siz onların üstüne bitip tükenmek bilmeyen eleştiri yağmurlarıyla giderseniz onların sinir sistemlerini tahrib eder, onları uykusuz bırakır, onları çıldırtırsınız. Ne olur yapmayalım bunları. Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde










“Gelme, gelme üstüme





Bir şifa vermeyeceksen eğer”










der. Olay bu efendim.





Anadolu’da bir laf vardır: “Bekara karı boşamak kolay” derler. Siz ıstıraptan cayır cayır yanan, bazan ölüme bir kurtarıcı gözüyle bakan insanlara hoşgörü edebiyatıyla yaklaşırsanız bu zulüm olur. Hayatta en büyük meziyet edebi lafları sıralak değil, insanlara çok yönlü bakabilmek, onları anlamaya çalışabilmek, ve onlara muhtaç oldukları, susuzluğunu çektikleri, bu uğurda cayır cayır yandıkları biraz sevgiyi, biraz saygıyı, biraz ilgiyi götürebilmektir. Aç mideler güzel ziyafet hayalleriyle oyalanamaz. Onlar sizden laf değil ekmek isterler. Lütfen insanları anlamaya çalışalım. Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde





“Yaşama sevinciyle uyutulmuyor keder” der.





Belki bu sözlerim sizi kıracak, incitecek, üzecek. Ama ben bunları söylemeye mecburum efendim. Bugün insanlar uçurumun kenarında, cinnetin eşiğinde yaşıyorlar. İnsanlar biraz ama biraz olsun güzel, fiyakalı söz yerine sevgi, saygı bekliyorlar. Omuzlarına konacak sımsıcak bir eli bekliyorlar. Başlarını koyup, hıçkıra hıçkıra ağlayacakları bir dost omuzu bekliyorlar. Olay bu efendim. Sizi en ufak bir şekilde kıracak, üzecek bir söz söylediysem tekrar tekrar özür dilerim. Selamların, sevgilerin, saygıların hiç bitmeyecek olanını sunarım.





Sabri Tandoğan Efendi Hz.


Rahmet ve Şefaat Gani Gani Onun ve Hakka Göçen Ailesinin Üstlerine Olsun.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]