Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Aşk gelicek, cümle eksikler biter
Gönderen : Hatice Hakeri
Tarih : 5/28/2016 9:35:31 AM


.


Efendim,


Bir okyanus düşünüyorum. Onun kıyılarındayım. Ayaklarımın dibinde pırıl pırıl ışıltılı ipek gibi kum taneleri. Yürüyorum. Seyrediyorum. Arkamda muhteşem kainat.İlerde insanlar var onları anlıyorum ama  bazıları başka dilden konuşuyorlar anlayamıyorum. Yanlarına yaklaşıyorum tüm çabama rağmen kendimi ifade edemiyorum. Uçsuz bucaksız okyanusa bir daha bakıyorum .Sonra yüzme bilmediğimi farkediyorum.


Boğazımda birşeyler düğümleniyor....


Kırlara doğru yola çıkıyorum .Sen bir ayrık otusun diyorum kendime. Ağlıyorum. ..Sonra kendisine saygısı olan birisi olarak da espri yapıyorum  "madem yüzme bilmezdin niye çıktın ağaca ? diyorum"......... Gülüyorum...


Sağlığınıza mutluluğunuza duacıyım.


Sonsuz hürmetlerimle............






Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :


Sayın Hatice Hakeri,


 


Efendim, hani bazı kahvaltılar vardır. Çaydanlıktan mis gibi bir çay kokusu yayılmakta, genizleri doldurmakta, ekmekler kızarmış, üzerine hafif yayık tereyağı sürülmüş, sucuklu yumurta son kıvamını almak üzere, nefis, tuzu alınmış sert bir koyun peyniri dilim dilim kesilmiş, vişne reçeliyle kayısı reçeli yan yana, çıldırtıcı bir birliktelik içinde. İşte sizin şiir dolu mailiniz bu müstesna görüntüyü gözlerimin önüne getirdi. Efendim, Yunus Emre, bir şiirinde


 


“Hiç kimse bilmez bizi


Biz ne işin içindeyiz”


 


diyor. Öyle, şu dünyada sade siz değil hepimiz kendi yalnızlığımızı yaşıyoruz. Yapayalnızız. Boynumuz bükük, iç dünyamız atılan oklarla delik, deşik. Hepimiz başımızı koyup hıçkıra hıçkıra ağlayacağımız sevgi dolu, iyilik dolu, şefkat dolu bir omuz bekliyoruz. Hepimiz omuzumuza konacak sevgi dolu, anlayış dolu, şefkat dolu sımsıcak bir elin özlemi içindeyiz. Böyle bir ortamda kendilerinden birazcık sevgi beklediğimiz, anlayış beklediğimiz, sıcaklık beklediğimiz insanlar karşımıza uyarılarla, eleştirilerle, yargılamalarla çıkınca zaten bin güçlükle, canımızı dişimize takarak temin etmeye çalıştığımız dengemiz bozuluveriyor. Dünyamız yıkılıveriyor. Oysa böyle yapacağımıza “asıl uyarılmaya muhtaç benim, asıl eleştirilecek, yerden yere vurulacak benim nefsaniyetim” desek daha güzel olmaz mı? İnsanlık tarihinde bugüne kadar kimse ateşin üstüne benzinle gitmekle bir sonuca ulaşamadı. Bugün yedi milyar insan kardeşimizle beraber bizler de cayır cayır yanıyoruz. Küçük yaştan beri karşılaştığımız haksızlıklar, maruz kaldığımız zulümler, kara çalmalar, iftiralar, yanlış anlaşılmalar, en temiz, en asil, en yüce duygularımızın ayaklar altında gaddarca, zalimce, hoyratça çiğnenmesi bizleri, hepimizi öyle yıldırmış ki, artık bu insanlardan daha fazla birşey beklemeye hakkımız yok. Hani, Kenan Doğulu’nun bir zamanlar pek meşhur olan “Hakkın yok” şarkısında olduğu gibi. Bütün mesele çok açık ortada, bizler o buyurduğunuz tertemiz, pırıl pırıl denizde de yüzebiliriz. Yüzme bilmesek bile kendimizi teslimiyetle denizin koynuna bıraktığımız zaman o güzel deniz bizi taşır. Ve biz en güzel bir yatakta yatıyormuş gibi ellerimizi başımızın altında biraraya getirip, gökyüzünün engin maviliğinde mutluluğu yudum yudum içebiliriz. Sadece ama sadece koşulsuz olarak insanlara yaklaşalım. Bu yaklaşım meleksi bir tebessümle başlasın. Gözlerimiz nakış, nakış sevgimizi söylesin. Beraber söylediğimiz bir sevginin senfonisi göklere yükselsin. Sonra “Seviyoruz, seviliyoruz, güzelliğimiz bu yüzden” diyebilelim.


 


Ben, arnavut ciğerini çok severim. Ama onun çok hassas, çok ince, çok dikkat edilmesi gereken pişirilme tekniği var. Önce karaciğer alınırken son derece dikkat edilecek, üzerinde toplu iğnenin başı kadar delikler bulunmayacak. Yüzey bir formika gibi dümdüz, pürüzsüz ve pırıl pırıl olacak. Sonra çok dikkatli doğranacak. Ne minik minik, ne koca koca. Sonra tavada “sızma zeytinyağı”nın içinde çok itina ile çevrilecek. Bütün bu işlemler besmele ile, dua ile başlayacak. Dua ile devam edecek. İşin püf noktası burada. O kadar kısa sürede olacak ki, (ki karaciğer çok hassastır) onun harikulade güzelliği, gençliği, taraveti bozulmayacak. Bazılarının yaptığı gibi tavada biraz fazla kalırsa o karaciğer yenilmez. O ayarı, o hassas  noktayı merhum Rana Hanım’ın tereyağında yumurta yapışı gibi ayarlamak gerekiyor. İşte o zaman daha önceden hazırlanmış maydanoz ve halka halka doğranmış soğanın içine o karaciğerler itina ile konacak. Ve sonra nar gibi kızarmış, çıtı çıtır bir ekmekle “gereği düşünülecek”.


 


Hikayeyi bilirsiniz, Nasreddin Hoca, kasaptan karaciğer almış, evine gidiyormuş. Bir kartal, süzüle süzüle iniyor, karaciğeri kaptığı gibi götürüyor. Herkes hayret içinde, Nasreddin Hoca’nın kızmasını, bağırıp çağırmasını beklerlerken hoca, tatlı tatlı gülümsüyor. “Aptal diyor, karaciğeri aldı ama nasıl pişirileceğini bilmiyor ki!” İşte efendim, bizler de insanlarla ilişki kurarken, onlara nasıl yaklaşacağımızı bilemiyoruz. Hocanın dediği püf nokta burada. Çağımızın insanlarının atılan oklarla iç dünyaları, mana alemleri delik deşik edilmiş. Bu mustarip insanlara yemin ederim ki uyarılarla, eleştirilerle, yargılamalarla yaklaşamayız. İyi niyetli de olsak maçı kaybederiz. Ben önce kendime, sonra yedi milyar insana şunu öneriyorum: Bu yaklaşım sadece ama sadece sevgi dolu, tebessüm dolu, saygı dolu, edep ve incelik dolu olmalı. Yoksa bizim alevin üstüne benzinle giden insandan hiçbir farkımız kalmaz. Madem ki hayat yolunda insanlar tarafından sevilmek, sayılmak, aranmak, sorulmak istiyoruz, bunun başka yolu yok. Hayattan çıkardığım sonuç bu. Eğer yanılıyorsam, yanlış düşünüyorsam Allah affetsin. Yunus


 


“Sevelim, sevilelim


Dünya kimseye kalmaz”


 


diyordu. Niye biz de Yunus’un yolunda olmayalım? Kendilerine çağdaş diyen, ilerici diyen, aydın diyen insanların hayat yolunda nasıl hüsrana uğradıklarını acı acı görüyoruz. Ve onlar için de üzülüyoruz. Çünkü onlar da bizim kardeşlerimiz. Ama neden Yunus’ların, Mevlana’ların yolunda gitmek varken, neden acı çekelim, ıstırap çekelim? Mesele sadece yol ayrımında tercihe kalıyor. Öyle bir hayat yaşayalım ki son nefesimizi verirken “Eyvah, yanıldık, hata ettik” demeyelim. Ömer Hayyam gibi


 


“Sevginle gireceğim toprağa


Sevginle çıkacağım topraktan”


 


diyebilelim. Allah bunu bize de bütün insan kardeşlerimize de nasip etsin. Amin.


 


Selam, sevgi ve saygı ile.


Sabri Tandoğan Efendi Hz.


Onun ve Hakka Göçen Dostlarının Aziz Ruhlarına Fatihalarla


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]