Efendim, size bir konuyla ilgili konusmak istedım sevgi konusunu sormak ıstıyorum ben şimdiye kadar hiç bir kızla konusmus bir insan degılım ve bu zaman da aşık olacak sevılecek bır ınsan yok dıye düşünüyordum çünkü öyle degısmıskı devır leyla mecnun ferhat şirin aşkları eskıde kalmıs ama şu anda bende bırını sevıyorum ne kadar dogru bılmıyorum bır kere sevdım ciddi bır sey olmasını ıstıyorum sonuna kadar gıtmesını ıstıyorum ama bazı sorunlar cıkıyor bıraz zıt fıkırlerımız ne yapacagım bılmıyorum şimdi benım sormak ıstedıgım öyle bır tutuldumkı düşünmedıgım zaman yok kıldıgım namazlarda bıle aklıma hep o gelıyor ve gunaha gırıyorum bılıyorum ne yapmam gerekıyor bu işi bitirmelımıyım dınımızce yanlıs bır yoldamıyım sızce benı bıraz olsun aydınlatırsanız sevınırım Allaha emanet olun.
________________________________________
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :


Sayın “Muamma” Bey,


25.9.2006 tarihli mailinizi aldım.


Önce teşekkür ederek mailinize cevap vermek istiyorum. Mahrem bir duygunuzu bana inanıp güvenerek samimi olarak açmanız beni çok duygulandırdı. Sağolun.


Efendim, sevgi olayını ben dünyanın en önemli en büyük, en yüce işi olarak görüyorum. Büyük Yunus,


“Ben gelmedim dava için,


Benim işim sevi işi”


diyor. Ben çağımızın trajedisinin en önemli yönünü pek çok insanın sevgiyi unutmasında görüyorum. Sevmeli, daha çok sevmeli, daha çok sevmeli. Sevgimiz o kadar büyümeli, o kadar büyümeli ki yerdeki bir kum tanesinden gökyüzündeki samanyoluna kadar bütün kainatı tek istisna olmadan insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle, eşya ve cemadatıyla Muhammedi bir aşkla kucaklamalıyız. Değerli Türk hikayecisi Sait Faik, “Her şey bir insanı sevmekle başlar” der. Önemli olan o bir insanda başlayan sevginin denize atılan bir taşın mütemadiyen dalgalar halinde büyümesi gibi gittikçe genişleyerek bütün kainatı kucaklamasıdır. Yalnız, bir kişiye duyulan aşk zamanla insanı yozlaştırır. Önemli olan o bir kişiye duyulan sevgiyi yüceltmektir. Evrensel bir çizgiye götürmektir. Biz de Yunus gibi “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” dediğimiz zaman “Aşk gelicek cümle eksikler biter” dediğimiz zaman treni rayına oturtmuş oluruz. Sevelim, daha çok sevelim, daha çok sevelim, öyle ki sevgisiz yediğimiz bir lokma ekmek olmasın, sevgisiz içtiğimiz bir yudum su olmasın, sevgisiz üzerine bastığımız bir kum tanesi olmasın.


Bir gün Nasreddin Hoca camide vaaz ediyormuş. Bir adam yaklaşır: Hocam der eşeğimi kaybettim, cemaata bir duyuruver. Hoca peki der sen otur yerine. Eşek birazdan bulunur. Sonra cemaata döner, “içinizde der hiç aşık olmayan var mı?” Arkada direğin önünde oturan bir adam el kaldırır, “Hocam der, ben varım”. Onun üzerine Hoca mütebessim bir şekilde demin gelen adama döner, “müjdeler olsun, der eşeğin bulundu, direğin dibinde oturuyor, al götür.”


Diyorsunuz ki Leyla Mecnun’lar, Kerem ile Aslı’lar, Ferhat ile Şirin’ler artık mazide kaldı, günümüzde yok. Kusura bakmayın, ben bu görüşe katılmıyorum. Günümüzde de temiz, asil, büyük, yüce aşklar yaşanıyor, bundan sonra da yaşanacak. Unutmayın insan tükenmez. Örnek istiyorsanız kendimi verebilirim. Rana Hanım’la kırk dört yıl evli kaldık. Bu kırk dört yıl içinde birbirimizi sevdik, çok sevdik, deliler gibi, çılgınlar gibi sevdik. 14 Şubat 2006’da Rana Sultan Hakka göçtü, Karşıyaka mezarlığına gömüldü, ama benim kalbimde hala yaşıyor. Sımsıcak, olanca tazeliği, olanca diriliği ile. Evin her tarafını Rana’nın resimleriyle doldurdum. Mezarlıktaki yeri de ikimiz için aldım. Yakınlarıma söyledim, beni dedim ölünce Rana’nın yanına gömün. Siz diyorsunuz ki bugün bir Leyla Mecnun yok, ben de diyorum ki acaba Mecnun Leyla’yı benim Rana’yı sevdiğim kadar sevdi mi? Değerli Kardeşim, lütfen insanlardan ümidinizi kesmeyin. Şu toplumda yaşayan insanların içinde nice tertemiz, bembeyaz, arı, duru, pırıl pırıl insanlar var.


Kız arkadaşınızla bazı konularda ayrı düşündüğünüzü, görüş ayrılıkları olduğunu söylüyorsunuz. Bu çok doğal değil mi? Gayet tabi, farklı ailelerde büyüdünüz, farklı telkinlerle yetiştiniz, farklı eğitimler aldınız. Üstelik yaratılışlarınız da farklı. Cenab-ı Hak herkesi, hatta her zerreyi farklı yaratmış, kar yağıyor, trilyonlarca kar tanesi düşüyor. Bilim adamları onları özel lamlara alıp, özel mikroskoplarda inceliyorlar, fotoğraflarını çekiyorlar. Görülüyor ki birbirinin aynı iki kar tanesi yok. Bilirsiniz okuması yazması olmayanlar parmak basarlar imza yerine. Bazıları olur mu öyle şey diyor, olur ya, bazı durumlarda o basılan parmak imzadan daha değerlidir çünkü imzanın taklidi olur, parmak izinin taklidi olmaz. Bugüne kadar birbirinin aynı iki parmak izini kimse görmemiş, görmeyecek de. Çünkü hepsi birbirinden farklı. Gayet tabi insanların arasında da görüş farkları olacak, bütün mesele o farklılıkların altında yatan gerçeği görebilmekte. Biz de Rana ile evlendiğimizde aramızda görüş farkları vardı. Ama el ele verdik o farklılıkları Muhammedi potada erittik. Ortaya Zemzem suyu berraklığında tertemiz bir sevgi çıktı. Elele verdik, Muhammedi bir aşkla birbirimize bağlandık. O sevgiyi ve birlikteliği ölüm bile ayıramaz. Ben Rana Sultan’la mana aleminde de beraber olacağımıza bütün kalbimle inanıyorum. Çünkü Peygamberimizin müjdesi var: “Bu dünyada birbirini sevenler, öbür alemde de beraber olacaklardır” buyuruyor.


Efendim, o gün nikahımız kıyılmıştı, evimize geldik, kapıdan ilk adımımızı atacaktık. Ellerinden tuttum, ürpererek “Bak Rana dedim, bu evde şu andan itibaren ne senin dediğin olacak, ne benim, yalnız ama yalnız Allah’ın ve Peygamber’in dediği olacak. Artık, ben sen yok, biz varız, ikimiz bir bütünün iki yarısıyız. Birbirimizi tamamlayacağız, birbirimize destek olacağız” dedim. Bu birlik ve beraberlik andı hep devam etti, hep bir güzelliği paylaştık, beraber olmanın, bir olmanın heyecanını duyduk.


Sizden ricam lütfen aramızda görüş ayrılığı var diye ilişkinizi bozmayın. Oturun iki medeni insan gibi konuşun, görüşün. Ona gerçekleri gösterin, doğruları anlatın. Bunların sizin kişisel duygularınız, düşünceleriniz olmadığını söyleyin. Karşı taraf her şeye rağmen ayak direr, yok arkadaş ben onu bunu anlamam, ben bildiğimi okurum, ben özgürüm, bana kimse karışamaz derse o zaman siz onu kendi egosuyla, nefsaniyetiyle baş başa bırakın ve ilişkiyi noktalayın. Evlilik, bir aşktır, bir güzelliktir, bir şiirdir, kainatın en yüce duygusudur, en yüce halidir. Eğer karşınızdaki insanla o güzelliği yaşayamıyorsanız, o birliktelik size bir heyecan, bir ürperti vermiyorsa, karşı taraf her şeye rağmen diretmekte direniyorsa o ilişkiyi sürdürmek de bütün güzelliğini kaybeder. Ondan sonra da hala onu sevmekte devam ederseniz bana göre bu kesinlikle aşk değildir. O bir kötü tutku, kötü bir bağımlılıktır. Açıkçası seks manyaklığıdır. Allah cümlemizi böyle durumlardan uzak tutsun.


Senelerce, senelerce evveldi. İlkokul üçe gidiyordum. Radyoda bir şarkı duydum: “Seviyor seni gönlüm, olsan da bir yüz karası” diyordu. O çocuk kalbimde birden bir tiksinti duydum. Nasıl olur dedim, yüzkarası bir insan nasıl sevilir? Bu ne iğrenç bir duygu. Bunlar ne kadar aşağılık insanlar. Aradan bunca yıl geçti, büyüdüm, ihtiyarladım, gene aynı duyguları taşıyorum.


Yedek subaylığımı yapıyordum, komutanımız çok kültürlü, çok akıllı, değerli bir insandı. Bizlere karşı bir babanın sıcak yaklaşımı içinde idi. Bir gün çocuklar dedi, şu anda istediğiniz soruyu bana sorabilirsiniz. Bir arkadaşımız el kaldırdı, “Efendim dedi, tahsilimizi tamamladık, şimdi de yedek subaylığımızı yapıyoruz, sonra sıra evliliğe gelecek. Bize ne tavsiye edersiniz, nasıl bir kızla evlenelim? Komutanımızın sözünü o gün, bu gündür düşünürüm: “İlk dikkat edeceğiniz husus şu olmalı” dedi: “kat’iyyen inatçı bir kızla evlenmeyiniz, inatçı bir kadın kocasına bütün hayatı zehir eder, burnundan getirir.”


Durum böyle kıymetli yavrum. Söylenecek her şeyi söyledim. Gerisi size ait. Selam, sevgi ve saygı ile.



Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Nur Ol Aziz Büyüğümüz